“İrfan”, vicdana seslenip sorabilmektir ecel randevusundan önce. Didikleyebilmek gecenin karasıyla gündüzün akı arasında geçen zamanı… Dünü bugüne eklemleyebilmek ve hatta bu günü yarına taşıyabilmektir vicdan muhasebesinde…
Ölüm-kalım arasındaki ince çizgide; nefesleri kesmeyen, boğazı düğümlemeyen, göğsü daraltmayan, gözleri karartmayan mü’min cevaplar bulmaktır “marifet”.
Haydi sor o zaman benliğine! Marifet aynasına sor ki Rabbini bilmiş misin? Bak marifet aynasına ki Rabbine dört başı mamur, eli ayağı düzgün kul olabilmiş misin?
Gör ki göğsün imanla dolup taşarak mı bağlanmışsın Rabbine? Yoksa ruh kafesine koyduğun iman kuşun can mı çekişmektedir?
Dağlar misali sarsılmadan yapışıp bağlanmışsan Rabbinin kulluğuna elhak mü’minsin…
İman, gürül gürül akmaktır marifet ırmağında. Yolunun imtihan deryasıyla kesişen sapağında yalpalamadan, alabora olmadan asılıp küreklere tam yol ileri rotasında isen eğer, gerçekten Mü’minsin ve Müslümansın.
İmanometrenin ibresidir sabır. Bela ve imtihanın katmerinde ibren nerede duruyordu ey Mü’min! Sabır ve sebatla kulluk divanında el pençe misin? Yoksa hazan yaprağı gibi solgun ve savruk mu?
İman sabır demektir ey can! Sabır, Rabbinin buyruğunda sebat ve karar demektir. İtiraz etmeden, gevşeklik göstermeden ve en küçük bir menfaat veya zarar karşısında imanın titremeden bağlanmalısın ezeli buyruğa…
Sen ey “elest” bağında “bela” nağmesiyle öten bülbül! Vaadler sahibi kerim Rabbine sözün vardı ya hani senin; “Evet! Sen bizim yegane Rabbimizsin. Biz ancak senin kulunuz. Senden başka ilah yok. Yegane mabud sensin. Fena ve beka mülkünün tek hakimi yegane sultan sensin” diye haykırıyorsan hâlâ ve dünya denen fena yurdunun imtihan dönemecinde Eyyubi sabırla bağlandıysan Rabbinin vaadine, işte şimdi mü’minsin ve sebatkar bir sabirsin…
Gecenin zifiri karanlığında kehkeşanın zülüflerinden kayıp düşen yıldızdır zaman. Ansızın kayıp düşer ve sana verilen mühlet biter. Her anını secde ve niyazınla ışıl ışıl yaptın mı mühlet vazosunun? Gecenin loş deminde Ağustos böceğinin zikrine Kur’ani nağmelerin karıştı mı hiç?
Sabah meltemini teheccüd mahmuru gözlerle karşılıyorsan eğer, hala mü’minsin ve işte muttakisin.
İmanın meyvesi güzel ahlaktır ey yar! O halde senin ahlak ağacında hangi meyveler devşiriliyor? Güzel ahlakınla misler gibi kokuyor musun? Yoksa insanlar, leşten kaçar gibi mi kaçıyor senden? İyilik, cömertlik, yardımseverlik deyince parmaklar seni mi işaret ediyor herkesten önce? Sevgi, saygı, nezaket abidesi misin yoksa? Ya da vefalı, sezalı, safalı biri arandığında, gözler sana mı çevriliyor ey zavallı can?
Ahlak sarayının yerle bir olduğu ve ahlaksızlığın leş kokusundan sokağa çıkılamaz olduğu bu devirde, güzel ahlakınla bir nevbahar gül-i Muhammedi aleyhisselatu vesselam gibi etrafına misk-u amber kokular saçıyorsan eğer, elbette mü’minsin ve İslam bağında gül kokulu bir Muhammedisin.
İman bilmek demektir ey talib-i zaman! Bilmek ise cehaletten uzaklaşmak halidir. İlim, Allah’ı bilme ile gerçek ilim olur. Allah’ı bilmeyenin ilmi yoktur. Sen, zekâ ve hünerinle akılları hayrette bırakan Eflatun olsan da Allah’ı bilmedikçe hayvandan farksızsın Hak divanında… “Belhum adall” (onlar hayvandan daha aşağılıktırlar) vartalarında dolanıp durmakla değil âlim, değil mü’min, insan bile olamazsın. Cehaletin karanlık perdesini ilmin elmas kılıcıyla yırtmalısın. Milletinin cehalete gömülmüş karanlık gecesini ilmin güneşiyle nurlu bir gündüze çevirmişsen eğer bila şüphe ve şek sen Mü’minsin. Ve şimdi nur saçan bir kandilsin.
Haydi, durma sor kendine! Sormaktan ve imanını sorgulamaktan geri durma ey yolunu şaşırmış yolcu! Hele bir bak kendine, ‘kimsin sen? Nesin, nicesin, neye benziyorsun?’ diye soruver benliğine. Sende var olmak istersen eğer beka yurdunun me’vasında; nefsinle hasbihal edip sor! Mutmain cevaplar verebiliyorsan eğer, büyük sorgu gününden evvel, işte mü’minsin ve işte kurtuluşa ermişsin.
İman, bağrı yanık vatanlarda yaşarken, canhıraş bir sevdayla omuzlamaktır mazlumun davasını. En doğusundan en batısına, en güneyinden en kuzeyine tüm meridyen ve paralellerde senin kutsal İslam vatanın mazlum feryadıyla inim inim inlerken hala Mü’min misin? Ajanslar parçalanmış bebek, çocuk, kadın cesetleriyle dolu kareler geçerken; ırz, namus talan edilirken; tüm mukaddesatlar necis çizmeler altında çiğnenirken hıçkırıklara boğulu, öfkesi kabarık mısın? Yemeden, içmeden kesildin mi, yoksa hala bir eli yağda diğeri balda mısın? Kimsin sen?! Nasıl da Müslümansın? Ne biçim bir Mü’minsin?
“Müslümanın bir tek kılına halel gelmesin, ezilen bir tek insan kalmasın ve hatta incitilen bir hayvan dahi olsa imanım, inancım buna razı olmaz” deyip gayrete gelerek kolları sıvamışsan insanlık davasında, maşaallah, barekallah Mü’minsin ve dahi mücahidsin…
Mü’min, emin demektir ey can-u canan! Emniyeti ve huzuru bozulmuş insanlık senin gölgende sükûnet ve huzur buluyor mu? Sadakatte, ahde vefada dimdik bir çınar mısın?
Hıyanet, hırsızlık, talan, tefecilik, yalancılık, koğuculuk, iftira ve daha bilmem hangi şer ve şirretin kol gezdiği memalikte; evlere, sokaklara, meclislere, çarşıya, pazara emniyet ve huzur seninle iniyorsa, işte Mü’min sensin ve işte kurtuluşun kılavuzu sadık rehbersin…
Kalbin hazanına bahar iklimi şükürle gelir ey dost! Mü’min şakirdir her dem. Rabbinin her bir nimetine, her bir uzvun ve melekenle şükür edasında mısın? Yoksa nankörlük seni içi çürümüş bir kütüğe mi çevirdi? Bunca nimet Rabbini hatırlaman içindir ey can-u dil! Allah’ın sana sunduğu nimetlere karşılık sen, şükürle kulluğunu sunmalısın.
Her anın şükür anı ve her mekânın şükür mabedi olmuşsa eğer, böylece Mü’minsin ve şimdi şükür miracını tırmanan bir şakirsin.
“Esselatu imaduddin” haberi sadıktır elhak. Namazdır dinin direği. İmanın hem göstergesi hem sigortası… Namaz, namaz ve gözlerin nuru namaz… Senin din binan, tüm görkemiyle sütunları üzerinde sapasağlam ayakta mıdır? Yoksa yıkık bir virane midir ki artık imanının yerinde yeller esmektedir?
Bayramdan bayrama mı alnını secdede görmek nasip olur bize? Gerçi son zamanlarda bayramlarda da görülmez oldun mescidler civarında. Namazı olmayanın dini yoktur. Alnı Rabbi için yere değmeyenin alnı kara olur yüzü gibi! Yüzü kara olur kalbi gibi. Kalbi karadır zira, sönmüştür orda imanın nuru.
Alnın, şule şule secde izi saçıyorsa ve yüzün ibadet nuruyla ayın on dördü gibi parlıyorsa eğer, eyvallah şimdi kamil bir Mü’minsin ve sacid bir abidsin.
İman, ölüme sevgiliye kavuşur gibi hazırlanmaktır. Ölüm gecesi, vuslat gecesidir Mü’min için. Ölmeden önce ölmelisin. Ölüm gelip çatmadan imanını sorguya hazırlamalısın. Melekler seni sorgulamadan sen kendini sorgulamalısın.
Peki sor şimdi o halde, ölüme hazır mısın? Senden sonra hep iyilikler mi kaldı miras? Yoksa çer çöp bir hayat hikayesi mi bıraktın ardınsıra?
Derbeder hayatın elveda sadedinde varislerine bıraktıysan bir ömürlük can dolusu erdem kitabını, yerler ve gökler şahid olsun ki Mü’minsin ve artık gönül rahatlığıyla kabir kapısını tıklayabilirsin ebed yolculuğun için. Allah seni rahmetiyle kuşatsın.