Öncenin Marksist, 1982 sonrası Müslüman Fransız düşünür Roger Garaudy (Reca Carudi), 1913’te Fransa Marsilya’da doğdu. Ordu personeli, Komünist politbüro üyeliği, öğretim üyesi, parti başkan vekili ve senatör olarak görev yaptı. Akademik çalışma alanı felsefe üzerinedir. Kitapları ve makaleleri siyaset teorisi ve felsefesi üzerinedir.
Roger Garaudy, Batı’da doğup büyüdü. Yaşam felsefesi Marksizm’le şekillendi. Fransa’da Marksist yapılanma içinde etkin ve öncü bir rol üstlendi. İdama mahkum edildi. Kurşuna dizileceği esnada Müslüman Cezayirli askerlerin savunmasız birine silah sıkmayı reddetmesi onu ölümün eşiğinden aldı ve bu olay Roger Garaudy’e maddeci bir bakıştan manevi bir bakışa giden yolu açtı.
Roger Garaudy, Batı toplumu içinde yetişti. Yüzyıla bir kala 2012’de vefat eden Garaudy, Batı medeniyetini içten biri olarak iyi gözlemledi. 19. ve 20. Yüzyılın ileri düşünce sistemlerini ve felsefik yaklaşımlarını araştırdı ve uzun yıllar yaşamı bu çerçevede şekillendi. Marksist düşüncenin fikirsel ve eylemsel anlamda güçlü bir sembolü iken İslam’la tanıştı. Garaudy, İslam’a içten bağlandı ve İslam düşünce sistemini çabuk özümsedi; çünkü o Batı medeniyeti ve düşünce sistemini çok iyi biliyordu. Bin yılı aşkın bir zamandır İslam’ın her saldırı, tazyik ve düşmanlığa rağmen orijinalliğini koruması, deforme olmaması, ‘madde ve mana dengesi’, hak ve adalet vurgusu Garaudy’nin Müslüman olmasında etkili donelerdi.
Garaudy, Batı düşünce dünyası ve pratiğini “Demir kafes” olarak niteliyordu. Garaudy hakikati arama sürecinde yaşadığı ve doğru bildiği bu “Demir kafes”in aslında insan aklını ve ruhunu nasıl sıktığını, tek tipleştirdiğni yaşadı ve gördü.
…
Batı ve Doğu serüvenini bir Batılı olarak yaşayan Roger Garaudy, hayatın asıl mecrasının aşkı bulmak olduğunu şu cümleleri ile dile getirir: “Batı’dan, ‘güneşin battığı ülke’den geliyorum; ama onun Doğu’da doğasına uygun olarak doğduğunu görmüş değilim. Allah’tan korkmak, cezadan korkmak değildir; O’nu hoşnutsuz etmekten korkmaktır. Ve buna aşk denir.”
Roger Garaudy, Marksizm, Komunizm ve Sosyalizm gibi eklentilerin ağırlığını hissettirdiği bir zamanda yaşayan düşünce adamı ve felsefe alimidir. Çağımızın bilgisel ve felsefik alanda çok yönlü bu adamı, fikir anaforları içinde ilmi ve düşünsel bir derinlik yaşamış; nihayetinde bir Müslüman olarak İslam’ı seçmiştir. Garaudy, hem felsefi ve dini görüşleri hem de aksiyoner düşünce yapısıyla birçok akademik çalışmaya konu olmuştur.
Batı düşünce iklimi ve Batılı felsefenin atmosferinde yetişen Garaudy’in Müslüman olması, İslâm’ı Batı’nın idrakine sunması yönüyle önemlidir. Garaudy, Marksizmi fikirsel bağlamda yeniden tanımlayacak ve inşa edebilecek felsefi bir birikime sahip olduğu gibi Hinduizm, Budizm, Yahudilik ve özellikle Hıristiyanlık hakkında da çok geniş bir bilgiye sahiptir. Ömrünün büyük kısmı Marksist fikirleri savunmak, bu fikirlere öncülük etmek ve manevi bir arayış içinde geçen Garaudy İslam’ı tanıyıp seçtikten sonra eski kabullerine sırt çevirmemiştir. O, çağdaş fikirlerin ve arkakik dinlerin anaforundan geçerek İslam’ı kabul etmiştir. Böyle bir kabul, tamamen iradeli ve kendi tercihidir. Garaudy, önceki fikirsel doğrularını yitik hikmetler kapsamında İslam düşüncesi bütünlüğünün içinde değerlendirmiştir. Bu yaklaşımını şu sözleriyle vurgular: “Ben İslâm’a bir kolumun altında Kitâb-ı Mukaddes, ötekinin altında Marks’ın Kapital’i ile geldim. İkisini de bırakmamaya kararlıyım.”[1]
Garaudy, düşünceleri kadar eylemleriyle de öne çıkar. O, uzun ve yorucu bir düşünme, araştırma ve diyalog sürecinden sonra İslam’ın da içinde bulunduğu inançlar, felsefeler ve fikirler arasında kendine özgü bir sentez oluşturmaya çabalar. Akıl ve duygu yönüyle güçlü Garaudy vicdani bir doyuma ulaşmayı arzular. Geniş bir diyalog fikrini öne sürer. Bu sebeple Batı ve Türkiye’de çeşitli tartışmalara yol açar. Kendine özgü bir sentez diyebileceğimiz bir bakış açısı oluşturan Garaudy’in hem olumlanacak hem de eleştirilecek yönleri vardır.
Roger Garaudy, bir Batılı gibi düşünüp yaşadığı dönemde fikirleri ile el üstünde tutulur. Fransa Marksistleri, için idol olarak görülür; ama ne zamanki İslam’ı seçip Filistin halkının haklarını İsrail’e karşı savunmaya başlar, o zaman konjonktür onun aleyhine işler. Birçoğu İsrail yanlısı sermayenin elinde olan Batılı basın-yayın organları ve büyük yayınevlerince dışlanır. Düne kadar onu el üstünde tutan basın ondan tek kelime, tek satır ve tek cümle bahsetmez olur.
…
2 Temmuz 1982 haber ajanslarında bir haber. Ve Batı’nın sanat, edebiyat ve siyaset çevreleri şu cümlelerle şok olur: “Roger Garaudy İslam’ı seçti!”
Çağdaş Batı, Fransa’daki Marksist ve Komünistlerin en büyük akıl hocasını kaybetmiştir. Batının bilim, siyaset, sanat ve felsefe dünyası Garaudy’yi çok iyi tanıyordu. Son yıllarda Marksizm, Batı’da onun kalemi ve aksiyonerliğiyle yayılmıştı. Tercihini İslam’dan yana yapan bu arayış insanı İslam’ı diğer din ve ideolojilere kıyaslarken şunları söylüyordu:
“…İslâm, çağları arkasından sürükleyen bir dindir. Diğer dinler ise, çağların arkasında sürüklendi. Yâni, İslâm dışındaki bütün dinler zamana uyduruldu. Reforma tâbi tutuldu. Mukaddes kitaplar zamana göre tahrif edildi, değiştirildi. Kur’ân-ı Kerîm ise indirildiği günden beri her zamana hükmetti. O, zamanı değil, zaman onu izledi. Zaman yaşlandıkça o gençleşti. Bu, çağlar üstü bir olaydır. Bugüne kadar bunca savaşların bıraktığı korkunç, sosyal, siyâsî ve ekonomik sarsıntılardan daha büyük bir olaydır. İslâm materyalizme de pozitivistlerin görüşüne de egzistansiyalistlere de hâkimdir. Fakat bunlardan hiçbiri, İslâm’a hâkim değildir…”
Roger Garaudy, 17 Temmuz 1913’te Marsilya’da dünyaya gözlerini açar. Çocukluğu herhangi bir dini tercih etmemiş Fransız ve Mağrip karışımı yoksul bir anne babanın yanında geçer. Babası bir ateisttir, annesi dini konulara karşı duyarlı olsa da Garaudy, bu dönemde büyük çelişkiler yaşar ve çocukluğundan beri madde ve mana arasında gel gitler yaşar:
“…Bu dönüş bir sevinç falan getirmiyor. Çünkü babam, bir anlam veremediğim çok fazla acıdan dolayı asabi. Annem bizi aç bırakmamak için günlük savaşına başlıyor. Bu yoksulluk, soframızı ve binlerce başka sofrayı kemiriyor. Gazeteler ona enflasyon diyorlar. Anlamadığımız ama bizi korkutan bir hastalığın veya bir kâbusun adı bu enflasyon. Evin duvarları arkasında başka bir savaşın yankılarını işitiyoruz. Bir yandan sıkıntı ve feryatlar, öte yandan üniformalar ve silah sesleri. Tarih kitaplarında bunlardan bahsedilirken, ‘1920 grevleri’ deniyor. Yedi yaşımdayım ve tüylerim diken diken… Bunlardan korkmak mı yoksa umutlanmak mı gerekiyor diye bilmek için babamın yüzüne bakıyorum. Babam hiçbir şey demiyor. Daha sonra on yaşıma geldiğimde, ‘enflasyon’ bütün meyvelerini veriyor: ortalıkta dişlerini gıcırdatan, iflas etmiş eski zenginler; eğlence ve sefahatle kokuşan yeni zenginler ve yumruklarını sıkan ebedi yoksullar. Bize anlattıklarına göre, 1917’de Avrupa’nın doğusunda aç bir canavar dünyaya gelmiş; küçük çocukları yiyormuş. Her sokakta dişleri arasında bıçağıyla bir adamı gösteren afişler bizi dehşete düşürüyor…”
‘Mutlak bir hakikatin’ peşinde olan ve ‘hayatının bir anlamı olması’ gerektiğini düşünen Garaudy, on dört yaşında Hıristiyanlığı kabul eder. Genç Garaudy, öğrenciliği sırasında Komünizmi yoksullara sahip çıkan bir sistem olarak görür ve fikir dünyasında Kierkegaard ile Marx arasında gidip gelir.
Protestan bir militan olmasına rağmen eşitlik, özgürlük ve adalet temelinde yeni bir dünya inşa etme fikrine inandığı için 20 yaşında 1933’te Komünist Partisi’nin gençlik kollarına katılıp Fransız Komünist Partisi’ne üye olur ve komünizmi bir hayat felsefesi olarak kabul eder. Dünyayı daha güzel ve âdil bir yer yapmak için çalışmaya başlayan Roger’in aklında tek bir şey vardır: Kapitalizmin ağır tahakkümü altında ezilen insanlara umut ışığı olabilmek! İlerleyen yıllarda “Beni komünist yapan ne ise Müslüman yapan da odur!” demekten kendini alamaz.
35 yıl boyunca bu partinin her kademesinde militan ve yönetici olarak çalışır. Kendisi bunu şu sözleriyle dile getirir: “Komünist Partisi’ndeki 35 senelik militanlığım ve yönetim görevimden sonra bile, her zaman sadık kaldım. 1968’den itibaren ‘Sovyetler Birliği sosyalist bir ülke değildir.’ demeye başladığım için 1970’te Komünist Parti’den ihraç edildim.”[2]
Protestan bir çocuk, Komünist bir militan ve Müslüman bir münzevi Garaudy hayatının her döneminde ‘Eşitlik, özgürlük ve adalet temelinde yepyeni bir dünya inşa etmek’ fikrine inanmış ve bunu insan olabilme felsefesinin temel dinamiği yapmıştır. İlk, orta ve yüksek tahsilden sonra felsefe alanında öğretim görevlisi olur. Marksist fikirlerin etkisinde kalarak Marksizmin önemli bir teorisyeni, öncüsü ve aktivisti olur. Eserleri, konferansları ve eylemleriyle kısa sürede ünlenir ve komünist partide yükselir.
Garaudy, II. Dünya Savaşı’nda Fransız ordusunda bir askerdir. Savaştaki kahramanlıklardan ötürü kendisine şükran madalyası verilir. Fransa, bu savaş esnasında Hitler’le bir anlaşma yapar. Bu anlaşma, Garaudy’e çok ağır gelir ve bu anlaşmayı savaş esnasında kışlada protesto eder ve bununla ilgili bildiriler hazırlayıp dağıtır. Savaş esnasında böyle bir tavır, tehlikeli ve sakıncalı bulunur. 1940 Eylül’ünde Mareşal Petain, onu gizli örgüt kurma suçlamasıyla Fransız sömürgesi adına tutuklar. Cezayir’e sürgün kampına gönderir.
Garaudy, Celfa bölgesinde bir askeri toplama kampında otuz üç ay hapis kalır. Burada bir ayaklanmaya elebaşılık yapma iddiasıyla yargılanır ve kurşuna dizilmek istenir. Her şey hazırlanır, idam mangası yerini alır. Garaudy ve komünist arkadaşları bir teslimiyet içinde ölüm marşları söyleyerek ölümü beklerler. Ateş emri verilir. O sırada beklenmedik bir şey olur. Ateş etmeyi reddeden ve komutanın “Ateş!” emrine uymayan Cezayirli askerler sayesinde kurtulur. Bu gelişme karşısında hem komutan hem Garaudy şaşkındır. Askerlerin bu tavrı, Garaudy’nin yıllarca gönlünde beslediği ve peşinden koştuğu bir hakikate bağlılık kaynaklıdır.
Bir asker, suçlu addedilen birini komutanının emrine rağmen niçin vurmayı reddeder?
Sorular içinde geçen bir bekleyiş kısa sürede biter.
Komutan Petain, askerlere; “Niçin ateş etmediniz?” diye sorar. Askerler adına bir çavuş; “Bir Müslüman savaşçı için, silahsız birine ateş etmek şerefsizliktir!” cevabını verir ve bu, Garaudy’i yeni bir mecrayla karşı karşıya getirir. Bu mecra, İslâm dininden başkası değildir. Garaudy, bu manzarayı şöyle anlatır: “İnsan, sebebini ve yalnız olmadığını bildiği zaman, yirmi sekiz yaşında da olsa, kurşuna dizilmek zor değil. Mutlu bir hatıra, sadece sonu mutlu bittiği için değil. Fakat bütün hayatıma yeni bir renk kattığı için … Artık hayatla, ama yaşanılan aşkınlığın tecrübesinden sonraki başka bir hayatla buluşmalar. O an bende, bende olandan daha fazla bir şey var olmuştu. Beni bir daha terketmeyecek olan bir şey veya biri. İlkin, bizim gözümüzde, bizi vurmayı böylesine mucizevi bir şekilde reddeden o kimselerle yeni bir insani ilişki kuruluyor. Halbuki bir mucize değilmiş. Onların bu davranışını, birkaç gün sonra, Cezayirli bir assubay bize alelade bir şeymiş gibi izah ettiği zaman anlıyoruz. Bize ateş etmeyen askerler, İslam dininin mensuplarıymış… Böylesine düşman bir ortamda hayatta kalabilmek, Allah’ın davetine gönüllü olarak uyan ve koşan, gün be gün yenilenen bir imanın eseridir. Bir tür asil yaşama tarzı…” (Devam edecek…)
İbrahim DAĞILMA
[1] Roger Garaudy, Hâtıralar, (çev. İbrahim Demirci-İshak Yetiş), Hece Yayınları, Ankara 2004, s. 303.
[2] Garaudy Roger, İsrail Mitler ve Terör, (Çeviren: Cemal Aydın) Pınar Yayınları, İstanbul 2012, s. 13.