Mazlum-Der`deki Suriye Kriz Büyüyor

Mazlum-Der Genel Başkan Ahmet Faruk Ünsal, derneğin izlediği Suriye politikasına yönelik eleştiriler üzerine bir bildiri yayınladı. Fakat bildiri tartışmaları daha da arttırdı

Önemli STK`lardan biri olan Mazlum-Der`deki Suriye krizi büyüyor.

Suriye konusunda İran merkezli bir politika izlemekle itham edilen yönetim, Suriye konusundaki tavırlarını özetleyen bir bildiri kaleme aldı.

Ahmet Faruk Ünsal imzalı bildiride Esed rejimine destek verilmediği, mezhep savaşını önlemek için diyalog daveti yapıldığı ifade edildi. Diyalogun önemine vurgu yapılan bildiride "ABD`nin Taliban`la bile" müzakere yaptığına işaret eden Ünsal, yaptığı açıklamada bazı İslami çevrelerin "idraksizlikleri" sebebiyle Mazlum-Der`e yönelik karalama kampanyası yaptığı da iddia edildi.

İşte Ahmet Faruk Ünsal`ın açıklamaları

MAZLUMDER’in, Kıyam Başlamadan Önce de Gayrı meşru İlan Ettiği Baas Rejimine ve Suriye İntifadasına Bakışı

MAZLUMDER, Arap halklarının başlarına musallat olan kanlı diktatörlere karşı tüm Ortadoğu’da başlattığı ‘onur, özgürlük ve adalet’ şiarlı kıyamları başından beri hiçbir istisnası olmaksızın desteklemiştir.

Mısır’da, Yemen’de, Tunus’ta, Libya’da ve Bahreyn’de nasıl halkın yanında durdu ise Suriye’de de Baas diktatörüne karşı halkın yanında durmuş ve bundan sonra da durmaya devam edecektir.

MAZLUMDER uzun yıllar hakkın sesini yükseltmek için Suriye temsilcilikleri önünde Hama katliamı anmalarını yaparken yalnız bırakılmış ama yanında kimsenin olmamasına aldırmamıştır.

MAZLUMDER, Suriye-Türkiye ortak bakanlar kurulu toplantılarının yapıldığı, liderlerin karşılıklı ev gezmelerine gittiği ve herkesin sustuğu bir süreçte, kanlı ve baskıcı bir muhaberat rejimi olan Baas’ın gayri meşruluğunu açıkça ifade etmek için kimsenin yanında olmasını da beklememiştir. Suriye kıyamından bir yıl önce hazırladığı raporla[1] Suriye’de atılması gerekli anayasal, yasal, adli ve idari tedbirleri, tek başına, kınayanın kınamasından korkmadan ortaya koymuş, gelecek olayları herkesten önce öngörmüş ve Müslümanca sorumluluğun gereğini yapmıştır. Bu sorumluluğun bir gereği olarak, Suriye-Türkiye ilişkilerinin en üst düzeyde seyrettiği dönemlerde bile gerek Türkiye yetkililerine, gerekse Türkiye’yi ziyaret eden Suriye yetkililerine karşı, fırsat bulduğu her ortamda zulüm olarak gördüğü uygulamaları sorgulamış ve düzeltilmesi talebini yükseltmiştir.

MAZLUMDER, Suriye halkının haklı kıyamı sokakta uç vermeye başladığında, acımasız diktatörün Suriyeli kardeşlerimize ödeteceği maliyeti önleyebilmek adına, acilen reform çağrısı yapmak için “Suriye Müslüman Kardeşler”in yöneticileriyle İstanbul’da düzenlediği ve birçok TV kanalıyla Dünya’ya canlı iletilen basın toplantısında da, toplantı canlı yayını bir takım güçler tarafından kestirilirken de tek başınaydı.[2]

Esed Suriye halkının kıyamını acımasızca bastırmaya başlayınca, yüzlerce kişinin katıldığı ve Suriye muhalefetinin tüm renklerini bir araya getiren, eş zamanlı olarak da Suriye’de düzenlenen Ulusal Kurtuluş Konferansı’nı İstanbul’da topladığımızda da MAZLUMDER tek başınaydı[3]. Bütün bunları adalet, hakkaniyet ve kardeşlik duyguları ile yaparken tek kaygımız kardeşlerimize ödettirilmek istenen bedeli olabildiğince düşürmekti. Bunun için savaş her kızıştığında diyaloga çağrı yaptık. BM ve Arap Birliği sırasıyla Kofi Annan’ı ve Lakhdar İbrahimi’yi görevlendirdiğinde bunu, kardeşlerimizi kan banyosundan kurtaracak bir umut gördük ve “üçüncü yol” olarak hep diyalog çağrısında bulunduk[4].

Suriyeli kardeşlerimizin haklı kıyamı başlayınca daha işin başında Esed’i kırmızı çizgi ilan eden İran’ı eleştirdik; bu tavrın, Suriye meşru muhalefetini “Suriye’nin Dostları”nın yanına itmek demek olduğunu görmemelerine kızdık. “Filistin Direniş Hattı” diye tanımladıkları İran-Suriye-Hizbullah-Hamas-İslami Cihad’dan oluşan zincirden Suriye’nin kopmasının ‘Direniş Hattı’nın lojistik kanallarının kapanacağı ve “Direniş”in çökeceği tezi üzerinden Esed’e destek vermelerini, yani “Direniş”i Esed’le özdeşleştiren yaklaşımlarını eleştirdik. “Direniş”çi olmak için mutlaka Esed ya da Esed bağlantılı olmak gerektiği zımni kabulüne dayanan bu tutumu, Suriye toplumunu ve muhalefetini tanımamak olarak eleştirdik. Kendisi de bir katliamcıya karşı mücadele etmekte olan Hamas`ın bir başka katliamcı olan Baas’ın himayesinde uzun süre kalması tabanı tarafından sorgulanır hale gelince daha fazla dayanamayan Hamas yönetimi, Şam’daki merkez ofisini kapatmak zorunda kaldı ve böylece Katar-Suud eksenine adeta iteklenmiş oldu. Yani Esed için ilan edilen kırmızı çizgi “Direniş Hattı”nın en önemli halkası olan Hamas’ı zincirden koparmış oldu. Bu politika, “Hat”tı tahkim değil tahrip etmiş oldu. Bunun hikmete uygun olmadığını açıkça söyledik. Hizbullah’ın Suriye savaşına sürülmesinin İslam Dünyası’nda yıllar sürecek mezhep nefretini körükleyeceğini, ümmet bütünlüğünü bozacağını ve onulmaz yaralar açacağını, söyledik.

BM’de veto yetkisi olan Rusya-Çin ile ABD-İngiltere-Fransa’nın Suriye konusunda iki ayrı yerde durması, uluslararası süreçlerin devreye sokulmasını imkansız hale getirdiği için iç savaşın derinleşmesi nedeniyle uluslararası camianın sürece müdahalesi mümkün olamamaktadır. Bu şartlar altında savaşın beşeri maliyetini düşürmek ve savaş koşullarında oluşabilecek etnik/mezhebi nefreti ve boğazlaşmayı önlemek için muhalefet ile Baas görüşmelerine destek olmak gerektiğine inandık. Türkiye’nin görüşmelere karşı çıkmasını doğru bulmadığımızı açıkladık. Bunun amacı, elbette kıyamdan önce de gayrı meşru gördüğümüz Baas’a avans verme çabası değil Suriyeli kardeşlerimizi bir acımasızlıktan koruma, İslam ümmetini de yıllar sürecek etnik ve mezhebi temelli bir çatışmadan sakınma arzusudur. Nitekim G8 sonrasında oluşan Cenevre toplantısı mutabakatı da bu tıkanmanın taraflar açısından görüldüğü anlamını taşımaktadır. Bu yaklaşımımızın, PKK ile Türkiye’nin görüşmesi gerektiğini yıllardır söylememizden ve nihayet görüşmelerin başlamasını desteklememizden hiçbir farkı yoktur. ABD bile Taliban’la görüşmeleri başlatmıştır. Şuna inanıyoruz ki, Rusya ile Batı dünyasının şiddeti yükselterek çözümsüzlüğü dayatmaları, bu savaşı ancak bir “Müslümanlararası” savaşa dönüştürmektedir. Bu sonucun en büyük karlısının, bölgede işgalci olarak bulunan Siyonist yapı olacağı açıktır.

Kamuoyuna, vicdanlı ve adil duruştan yana olan hikmetli insanlara saygıyla hatırlatılır.

Ahmet Faruk ÜNSAL

MAZLUMDER Genel Başkanı

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.