Başkentte, mazbatasını alan Milletvekillerinin yemini nedeniyle hareketli günler yaşandı. Yeminden çok bir prosedür gereği okunan birkaç cümle… Bu metin içerisindeki cümleler hep dikkatimi çekmiştir; “hukukun üstünlüğü” ve demokrasiye atıfta bulunurken, insan haklarından, temel hak hürriyetlerden dem vururlar. Şimdiye kadar Meclis'te okunan “yapay” yeminlere kim riayet etti ki… Oysa yemin'in özü; kutsiyetlerin üzerine kendi kendine söz verme anlamına gelir. “Ant içmek” bir şeyi yapmaya veya yapmamaya söz vermektir. 1920'de Meclis'te yemin töreni yoktu. Hatta 1921 Anayasasında da yoktu böyle bir şey. Yemini, 1924 Meclis'ine koydular. 1924 Anayasa değişikliğiyle… Ama o yeminin özelliği “vallahi” diye ediliyordu. Fakat 1964 Meclis'inin açılışıyla birlikte, seçilmişlerin yanı sıra atanmışlar ve kendi kendilerini senatör etmiş cunta üyeleri “milletin kayıtsız şartsız egemenliğine bağlı kalacaklarına” yemin şeklini getirdiler.
Şu bir gerçek ki Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan bir kişi birçok yemin seanslarından geçmektedir. Mesela öğrenci andı, Asker yemini gibi… Siyasi arenada terfi edenler ise yeniden yemine tabi tutulurlar. Milletvekili yemini, Cumhurbaşkanlığı yemini gibi… Bu günlerde bu terfiliği yaşayan Milletvekilleri de yeniden kürsüdeydiler. Zayıf da olsa bir yemin krizi çıkar düşüncesi vardı. Seçimlerden önce çok gerilen ortamın bir yansıması olabilir miydi? Zira 1991'de Leyla Zana'nın yeminden sonra iki kelimelik “Kürtçe” konuşması Meclis'te kriz yaşatmıştı… Ancak o zamandan günümüze kadar, akan dereden çok sular geçti. Kürtlerin temsilcileri olarak kendini göstermeye çalışanlar tamamıyla rotayı değiştirmişler. Eski Kemalistlerle can-ciğer olmuş durumdalar. Bırakın Kürtçülüğü, Kürtlerin tüm değerlerini eski Kemalistlere pazarlamışlar. Hatta HDP, bugün MHP'den gelecek bir yeşil ışığa bile sarılmaya hazır gözüküyor. CHP ve MHP koalisyonu mümkün olsaydı tereddütsüz dışarıdan destekleyeceklerdi. Ancak görünen o ki, MHP bu kapıyı kapatmış durumdadır. Yani 30 yılı aşkın bir zamanda 40 bin Kürt gencinin katledilmesine sebebiyet veren “Kürtçülükten” bile vaz geçmiş durumdalar. Kürtlerin öz değerlerini bitirmeye çalışan bu grup, Türk soluyla “entegre olma” yollarını aramaktadır. Onların ihtiyarlamış fikriyatlarını diriltme peşindeler. Fakat şu bir gerçek ki ihtiyarlayan gençleşmez tam tersi ölmeye mahkûmdur.
Bu noktada koalisyon seansları devam edecek. Ancak Meclis Başkanının seçilme süreci bir nebze de olsa, koalisyonun rengini belirleyecek. Birbirlerini destekleyecek partilerin meyillerini ortaya çıkaracak. Koalisyon temayüllerinde, Meclis Başkanlığının seçilmesi, bir ön yoklama olarak değerlendirilebilir. Bu yoklamalarda yeni Milletvekili seçilenlerde “kulis acemiliği” olurken “erken seçim” korkusu da vardır. Bilindiği gibi 2 yıl Milletvekili görevini sürdüremeyenler, Milletvekilliği kontenjanından emekli olamıyorlar. Bu nedenden dolayı da erken bir seçimi istemiyorlar. Zira bu pozisyonlarını kaybedebilirler. Özellikle HDP gibi “birçok ortak muhalif güçlerle” buraya gelmeleri açısından erken seçimi hiç istemezler. Bir oy kaybı onların prestijini düşürecektir. Bunu istememekle birlikte üçlü ittifaktan da umutlarını kesmiş durumdalar. MHP'nin kesin tavrı, % 60'lık blok dedikleri CHP- MHP- HDP koalisyonuna yolu kapatmıştır. Bu sefer de HDP'liler farklı hesaplara gittiler ve AKP- CHP koalisyonuna destek vereceğiz, açıklamasını yaptılar… Aslında bu açıklamayla; MHP'nin içinde olabileceği bir hükümette, bugün istediği gibi at koşturmama korkusu var. Bölgeyi korkuyla sindirme fırsatını kaybedebilir. 30 yılda kazanamadığını “çözüm süreci” adı altında 2 yılda kazandıkları potansiyeli kaybetme refleksidir. Zira MHP, bunu kırmızıçizgi olarak görüyor ve koalisyon şartının olmazsa olmazı olarak kabul ediyor. Bu denklemler üzerinden vekiller Meclise gidip yemin ettiler… Ve herkes gibi “koalisyon entrikalarını” izleyecekler…