İrade, insanın aklını kullanarak strateji belirleme, pozisyon alma ve itiraz edebilme kabiliyetidir. İnsan bu özelliğiyle ancak insandır. İrade aklın fiilidir. “Ya babalarınız yanlış yolda idiyse…” sorusunun muhatap aldığı kuvvettir irade. Ancak tecrübe de çok önemli bir bilgi kaynağı. Tecrübenin tek handikabı ise zamana mahkum olması. Yani “tecrübe” anlatılmaz, ancak yaşanır.
Ve nihayetinde tecrübe ile anladık ki;
Bir başımıza ABD'ye kafa tutamayız. Papaz'ı versek bile Papaz'ı alamayacağımızı... Ancak küçük ekonomik iyileşmeler olur bu işin karşılığında.
Paramızın bir “söz” ile pul olabileceğini tecrübe ile anladık ancak.
Tam muktedirken bile bir darbeye maruz kaldığımızı ve her an başka bir darbeye maruz kalabileceğimize inanç tazeledik yüz yıl sonra.
Darbenin ceremesini çekenlerin aklının, darbe sonrasını dizayn etmeye yetmeyeceğini, ancak darbeyi sadece seyretmek gerektiğini bilecek kadar “akıllı” olanların darbe sonrasını dizayn edebileceğini “koltuklara oturmuşlardan” rahatlıkla anladık ve tecrübe ile “akıl” ettik.
Bir tek “İngiliz” atına oynamanın bedelinin bir “at” “darbe”siyle nihayete ereceğini de gördük dörtnala giderken bu süreçte.
Yola birlikte koyulanların tamamının bir bir “yoldan” ayrıldığını da “yolun sonuna” varırken gördük acı acı.
Cem Küçük'ün “kafadan ABD ve israil düşmanları tek tek tasfiye edilecek” söyleminin hızlı işleyen bir pratiğe döndüğünü de yine gün be gün tecrübe ediyoruz.
Cemaat ve tarikatların tamamının potansiyel FETÖ tehlikesi taşıdığını taşıyan devlet aklına da şahitlik etti şu nakıs ömrümüz.
Babası dindar olan ve 28 Şubat/FETÖ kumpaslarıyla mahkum olanların da aslında “genetik bir dindarlık” tehlikesi taşıdığını öğrenmenin heyecanını yaşadık mülakatlarda ve güvenlik soruşturmalarında. “Genetik” ilmimiz “kamil” oldu.
Nihayetinde ellisinden sonra aslında Ergenekon'un olmadığını da anladı şu nisyan ile melûl aklımız. Yüz yıldır yaşadığımız “derin devlet” iddialarının birer paranoya olduğu gerçeği bizi tam manasıyla psikolojik rahatlığa kavuşturdu çok şükür.
Kuruluş mücadelesi verenler, Kurtuluş mücadelesi verenler için ne söylediyse ve ne yaptıysa doğru ve haklı çıktı. Biz de rahatladık. Beyhude bir bedel ödenmiş bir asırdır.
Tören, adet, totem gibi ritüelleri hafifletmenin ne büyük felaket getirdiğini de müşahede ederek, eskisinden de daha sıkı bir şekilde ve içtenlikle bu ibadetleri ifa eder olduk çok şükür. Tecrübe işte. Tam bir nimet.
“Resmi dinin” en muhkem din olduğu da, tecrübenin bize öğrettiği ve pratize ettirdiği çok önemli başka hakikatimiz.
“Cem” ve “cümle” olmanın, “yol” ve “târik” olmanın gereksiz ve tehlikeli olduğu, zaten sath-ı toprakta bir ve bütün olduğumuzu yine bin yıl sonra anlamanın gururunu yaşıyoruz.
Hamdolsun yüz yıl sonra da olsa laikliğin ne büyük nimet olduğunu da anladık. Üstelik bize laisizmi karalayanlarca…
Milliyetçiliğin dinin özü ve ruhu olduğu da tecrübe ettiğimiz ve öğrendiğimiz son gerçeğimiz. Yeni tanımlar ve açılan yeni alanlar ile “kutsal hafızamız”da hak ettiği değeri ve yeri aldı çok şükür.
Elhasıl tecrübe ile sabit oldu ki bizim hiçbir doğrumuz yokmuş. Büyüklerimizce ezberlettirilmiş yanlışlarımız varmış ve zaten yüz yıl önce yıkılmış bu yanlışları tekrar ikame için uğraş veriyormuşuz. Biz gereksiz yere emek ve zaman harcamışız. Hatta canlar harcamışız. Çok şükür yine büyüklerimiz sayesinde her şey yerli yerine oturuyor eskisi gibi.
Sayın Dilipak Hocamız'a da kitaplarını nesh edecek yeni kitaplar yazmak düşer gayrı. Ömür kifayet ederse tabi.