Haziran’ın başında Kral Selman’ın çağrısıyla 139 “İslam Ülkesi”nden üst düzey yetkili, aydın ve ulema tayfasının katılım gösterdiği Mekke Konferansı düzenlendi. Akabinde de Suudi’nin operasyon aparatı olarak nam salan RABITA öncülüğünde hazırlanan “Mekke Bildirgesi” kabul edilerek yayınlandı.
Katil Sisi’nin Kabe’ye arkasını dönerek ettiği “Dua” görüntüsüyle meşhur konferansın içeriği ve alınan kararlar, bugüne kadar gerek Arap ligi, gerekse İslam İşbirliği Örgütü şemsiyesi altında yapılmış yüzlerce konferans ve alınan binlerce kararın hiçlikle eşdeğerliği göz önüne alındığında, etki açısından bu bildirgenin de bir hiç olacağından hiç kimsenin şüphesi yoktur. Ancak konferansın zamanlaması, yer olarak Mekke’nin seçilmesi ve katılım yelpazesinin geniş tutulması, yine de gündemdeki güncel meselelerle bağlantılı olarak bazı fikirleri ele vermektedir.
Aslında gündemde “Bahreyn Konferansı” vardı. Konusu ise, damat Kushner öncülüğünde hazırlanan ve adına “Yüzyılın anlaşması” denilen ihanet sarmalı mevcuttu. Ancak aniden patlak veren ABD-İran gerilimi, Suudi krallığını “Mekke Konferansı” düzenlemeye sevketti.
Dolayısıyla “Mekke Konferansı”, sözüm ona “İran tehlikesi” konusunda kraliyetin himmetiyle bir “Ümmet uyanışının” tetiklenmesi hedeflenirken; Hazırlıkları yapılan Bahreyn konferansı ile de Filistin’in Filistinlilerden arındırılması çabalarına yine “Ümmetin” yapacağı katkı hedeflenmektedir.
Amerika ve israil adına “İran tehlikesi” karşısında kendisini bölgenin koçbaşısı olarak gören Suudi hanedanının dadandığı Yemen’de bir avuç Husi savaşçısı (Ensarullah) karşısında yaşadığı acziyet ortadayken, tüm Araplara pazarladığı “İran korkusu” ile nasıl başedebileceği elbette merak konusudur. Ancak ABD’nin son İran manevrası ve Suud hanedanının bu manevrada takındığı Don Kişot’luk tavrın zamanlama itibariye “Yüzyılın İhaneti” sürecine denk gelmesi, Körfez’deki gerginliğin bu ihanet sarmalından bağımsız olmadığı kanaatini uyandırmaktadır.
Haliyle Mekke Konferansı, katılımcıları ve bildirgesi yönünden değil, Suud’un asıl hedef olarak belirlenen yüzyılın ihanetine giden yolda İslam alemi içerisinde pozisyonunu güçlendirme çabaları yönünden yaklaşmak gerekmektedir. Suudiler, kendi içlerinde Filistin meselesini yaptıkları uygulamalarla zaten bitirmişlerdir. Keza müttefikleri olan Mısır ve BAE de aynı şekilde kendileri açısından bu meseleyi bitirmiş ve israil yanlısı tavırlarını berraklaştırmışlardır. Bundan sonraki tüm çırpınışlar, iş bitiriciliğin tüm İslam alemine maledilmesi çabalarından ibarettir. Bunun için hazırlıkları yapılan “Bahreyn konferansı” bu anlamda “Altın vuruş” olarak görülmektedir.
BAE zaten yıllardan beridir İhvan ve Filistin düşmanlığıyla tanınan bir ihanet üssüdür. Mısır, özellikle darbeden sonra pozisyonunu netleştirmiştir. Ancak Suudi’nin bu yöndeki uygulamaları pek bilinmemektedir.
Suudiler, HAMAS’ı “Terörist örgüt” olarak kabul edeli epey zaman geçti. Zaten dini mercilerin “İsrail’e karşı savaşmak HARAMDIR!” fetvaları, HAMAS’ı otomatikmen “Terörist” konumuna itmişti. Dolayısıyla Adil Cubeyr’in 2018’de Avrupa Parlementosu’ndaki konuşmasında HAMAS’ı terörist ilan etmesi hiç şaşırtıcı olmadı.
Suudi’de şu anda HAMAS’la ilişkili olabilecek kişilere karşı resmen cadı avı başlatılmış durumdadır. Filistinli ya da Suudi vatandaşı olması ferketmez, ilişkili olunduğundan şüphelenen herkes tutuklanmakta ve en berbat cezaevi koşullarında tutulmaktadırlar. Bunlar arasında bir dönem HAMAS’ın Suudi temsilciliğini yapan, ancak son yıllarda HAMAS’la ilişkisi bulunmayan Muhammed el-Hudri de bulunmaktadır. Bu şekilde tutuklananların sayısı altmış kişi civarındadır. Gazze’ye para transferi konusunda çok sıkı kurallar yürürlüğe konulmuş durumdadır. Suudi’de çok sayıda Filistinli yaşamaktadır. Bunların Gazze’deki ailelerine para göndermeleri çok sıkı şekilde denetlenmektedir. HAMAS’a para aktardıklarından şüphelenilenler, “Terörün finansmanı ve kara para aklama” suçu kapsamında takibatlara uğramaktadırlar. Para transferi yapanlar en fazla üç bin dolara kadar bir meblağ gönderebilmekte ve bu paranın HAMAS’a gitmeyeceğine dair ilgili kurumları ikna etmek zorundadırlar.
İşte bu hanedan ve yedeğindeki despotik rejimler, “Yüzyılın anlaşması” şeklinde pazarladıkları ihanet sarmalıyla Filistin’i Filistinlilerden arındırıp siyonist rejime dikensiz gül bahçesi olarak sunmanın gayretiyle Kabe’nin yanıbaşında konferans adı altında antrenman yaparak Bahreyn Konferansı’na hazırlık yapmaktadırlar.
Gündemin en önemli konusu “Yüzyılın İhaneti” iken, yüzlerce maddeden oluşan “Mekke Bildirgesi”nde bu ihanet sarmalına tek bir cümlecik dahi olsa değinmemenin, bu ihaneti kınamamanın izahatı nasıl yapılabilir?
Siyasileri bir tarafa bıraksak dahi, operasyon aparatı RABITA şemsiyesi altında bir araya gelip saltanatı otobana çıkarmaya çalışan sözde “ULEMA” hangi amaca hizmet etmektedir? Tüm stratejistler nezdinde “Ortadoğu’da kalıcı barışın yolu Kudüs’ten geçer” görüşü hakim iken, RABITA’nın besleme hatları sayesinde “Barışın yolunu mideden geçirmek”, Karun’un önünde diz çökmek değil midir?