Hz. Ömer (r.a) Müslüman olduktan sonra; “Mekke'nin en geveze insanı kimdir?” diye sormuştu. Çünkü imanını herkese haykırmak istiyordu, istiyordu ki bir tek kişi kalmaksızın bütün bir Mekke halkı bilsin Ömer'in Müslüman olduğunu. Hatta bundan önce, ilk olarak Ebu Cehil'e gidip kapısını çalmış ve Müslüman olduğunu ona söylemişti. Biliyordu ki Rasûlullah'a (s.a.v) en çok düşmanlık yapan kişi oydu, onun duymasını istiyordu. Ebu Cehil çılgına dönmüş ve hızlıca kapıyı yüzüne kapamıştı.
Sabah olduğunda içi içine sığmıyordu, çocuğuyla kadınıyla erkeğiyle bütün bir Mekke'nin bilmesini istiyordu. Onun için bu işi en iyi yapacak kimseyi, Mekke'nin en geveze insanını, en çabuk söz getirip götürenini arıyordu.
“Cemil bin Ma'mer” dediler. Sabah olur olmaz Hz. Ömer (r.a) bu adamın evinin yolunu tuttu ve kapısını çaldı, açınca da gözünün içine baka baka yüksek sesle kelime-i şehadet getirdi, Hazret-i Muhammed'in safına geçtiğini bildirdi.
Adam şaşkına döndü, “Ey ahali, Ömer sapıttı!” diye bağırarak Kâbe'ye doğru koşmaya başladı, Hz. Ömer de onunla gidiyordu. Kâbe'nin yanında oturan kodamanlara varınca aynı şekilde bağırdı:
-Ömer sapıttı. Ömer Sâbii oldu, Ömer atalarının dinini terk etti!
Hz. Ömer (r.a) öfkeyle adamı tuttu ve “Yalan söylüyorsun, ben Müslüman oldum” dediyse de adam kendi bildiğini okuyordu. O gün, güneş batıncaya kadar oradakilerle mücadele edip durdu.
Allah Teâla'nın insanoğluna verdiği nimetlerin başında ‘beyan' gelir, yani meramını ifade edebilme, kimliğini ibraz edebilme özelliği. Bunu ifa edebilmek için de ayrıca dil vermiş, dudak vermiştir.
Evet, bir insan için muhataplarına kendisini tanıtması, kimliğini sunması önemli bir mutluluktur.
Yine bir insan için en büyük üzüntülerden birisi; kendisinin başkaları tarafından tanımlanması, isimlendirilmesi, künyelendirilmesidir.
Kimliğiyle birlikte duygu ve düşüncelerini birinci ağızdan anlatamaması çoğu zaman insanı kahreder.
Tarih boyunca ve günümüzde zalimlerin, kâfirlerin en büyük özelliklerinden birisi, Müslümanları asla kendi isimleriyle isimlendirmemesidir, kendi uygun gördükleri şekilde isimlendirmeleridir.
Hz. Ömer gibi bunun için ciddi bir mücadele gerekmektedir. Ondan önce de gerek peygamberler, gerek onlara iman eden müminlerin hayatında bunun mücadelesi büyük bir yer tutmaktadır.
Yani muhataplarınızın size erkekçe “Müslümanlar” demesini kolay kolay beklemeyin.
Sadece dünya geneli için değil, şöyle küçük çevrenizden itibaren, mahallenizde, okulunuzda, iş yerinizde size hangi isimler verildiğini şöyle bir hatırlamaya çalışın.
Aslında şöyle desek tamamen yanlış sayılmaz;
Bugün dünyada verilen savaşlar bir isimlendirme savaşıdır, bir tanımlama savaşıdır.
Artık şunu iyice anlıyoruz ki sesimiz gür çıkmalıdır, net ve berrak çıkmalıdır, ulaşabildiği kadar uzaklara ulaşmalıdır. Görüntümüz de bir o kadar net ve berrak olmalı, bütün bulanıklıklardan arınmış olmalıdır.
Müslümanlar olarak medyanın önemi iyi kavranmalıdır vesselam.