Bugün daha belirgin bir şekilde görüldüğü üzere güç merkezine göre şekillenen yargı, dün olduğu gibi bu gün de politik ve konjonktürel yargılamalar yapmaktadır. Kendisine muhalif olan azınlık kesime her türlü zulmü reva görmüş, muhalif kesime yönelik, onları susturan “sopa” olmuştur.
İstiklal Mahkemeleri’nden başlayıp gelen “özellikli” yargı 2000’li yıllarda hâkimlere verilen direktif ve brifinglerle İslam’a ve İslami kimliği ön plana çıkanlara karşı bir linç makinasına dönüşmüştür. Bu dönemlerde mahkemeler yargıcın mülküne dönüşmüştür. Yargıçlar da onu oluşturan sistemin bekçisi olmuşlar.
Özellikle 1990 yıllardan bu yana yapılan adalet idesinden yoksun yargılamalar İslami ve Kürt kesim başta olmak üzere muhalif herkesi sistemin mağduru haline getirmiştir. 2000 yıllarda ise bu mağduriyetler zirve yapmıştır.
Yaşanılan ve yaşanmaya devam edinilen bu mağduriyetlerin tek sorumlusu olmasa da en önemli sorumlusu hiç kuşku yok ki “devlet” tir.
Cezaevlerinde salt İslami kimliğinden dolayı yaklaşık 400 hükümlü ve tutuklu bulunuyor. Bunların çoğunluğu Hizbullah mensubu diğerleri ise El-Kaide, Sivas davası, Hizb-ut tahrir, İBDA-C, İslami Hareket, Tevhit Selam Davası vs. Ayrıca şuan cezaevlerinde bulunan siyasi/terör suçları hariç adi suçlardan 150 bin mahkumun içinde azımsanmayacak çoğunlukta haksız bir şekilde cezaevinde bulunan da var. Bunlar da yargı sisteminin adı hiç anılmayan diğer mağdurlardır.
Şuan cezaevlerinde bulunanlardan bazıları 10 yıl, bazıları 20 yıl, bazıları ise 20 yılı aşkındır cezaevindeler. Peki, bu kadar uzun bir süre cezaevinde kalmalarını gerektirecek ne yapmışlardı, suçları neydi!
Başbakanın ifadesiyle eski Türkiye’ye karşı çıkmışlardı, daha iyi ve adil bir düzen istiyorlardı. Bu kişiler yargılanırken mevcut olan hukuk rafa kaldırılmış, farklı ve olmayan bir mevzuat uygulanmış. En ufak şüpheden kişilere müebbet hapis cezaları reva görülmüş. Mahkeme kararları işkence altında verilmiş, kurgulanmış ifadelere dayandırılmış.
Politik ve konjonktürel değil, mevcut yasalara göre dahi adilce bir yargılama yapılmış olsaydı hemen hemen hepsi müsnet suçlardan beraat ederdi. Çok azı ise çok hafif cezalar alabilirdi. İşte bunun için cezaevindekiler ve bunların dışarıdaki yakınları devletten merhamet değil; mevcut yasaların uygulanması noktasında adaleti istiyorlar.
Cezaevindeki bulunan hiç kimse devletten merhamet beklemiyor. Onların devletten beklediği sadece ve sadece kendi düzeni içinde de olsa adalettir. Belki birçoğuna yabancı ya da içi boş gibi gelebilir ama cezaevindeki mahpusların tek istediği adalettir.
Hal böyleyken devletin ve sistemin mağdurlarını aldatılmış ve suçlu gibi gösterip devletten onlar için şefkat dilemek devleti kutsallaştırmaktır. Mağdur edebiyatı yapan 28 Şubat’ın tanınmış simalarından birinin köşesinde cezaevindekiler için devletin merhamet göstermesini dilemesi acı olmasıyla birlikte esef vericidir.
İslami kimliğinden dolayı cezaevinde bulunanlar dinin ateşten bir gömleğe dönüştüğü zamanlarda o gömleği giydikleri için cezaevindeler. Birileri gibi tepki ve farklı olmak için boyuna takınılan kravatı meclis genel kurulunda beline bağlamak gibi basit İslamcı oyunlar oynamadılar. Onlar zalime karşı dik durdukları için zulmü içlerine sindiremedikleri için Yusufi bir duruş sergiledikleri için yıllardır cezaevindeler!
Bunun için artık devleti kutsallaştırmaktan vazgeçin! Devlet insanların hukuk içerisinde yaşamalarını sağlayan bir kurumdan öte hiçbir şey değildir. Bu kurumun hiçbir kutsallığı da yoktur.
Ancak olaya rasyonel olarak yaklaştığımızda da devletin cezaevindeki mağdurlara merhamet edeceği yoktur. Daha fazla mağdur olmamaları için siyasi iktidarın koşulsuz bir genel af çıkarması akabinde ise adil bir yargılama sistemi oluşturarak haksızlığa kim uğramışsa yeniden yargılama önünün açılmasını sağlamasıdır.
Ayrıca haksızlığa uğrayan ve ömürlerini cezaevinde geçiren mahpusların etkin bir şekilde mağduriyetlerini giderici mekanizmaların oluşturulması gerekir.