Bu ülkede insanlara ulaşmak bu kadar mı zor? “İnsanlığa” ulaşmak bu kadar imkânsız mı? Yetki verdiklerimizi harekete geçirmenin yolu bu kadar mı bariyerlerle örülü… Yönetenlerle vatandaş arasındaki mesafe bu kadar mı uzun olur. Duygularına dokunmanın bir yolu yordamı yok mu? İlle de etrafı kırıp dağıtmak mı gerek dikkat çekmek için.
Uzaktan izleyince özellikle devletin tepesindekilerin insani ve İslami hassasiyetlerinin muhkem olduğunu müşahade ediyorum. Ancak bu duygu ve hassasiyet ta doğuda, en doğuda, Dicle kenarında kurtlar tarafından hunharca parçalanan mazlumlar için neden bir defacık olsun harekete geçmez anlamıyorum. Neden “en tepeden” akıtılan bunca gözyaşının bir damlacığı bile buralar için akmaz. Bu “sal” neden Fırat'ın doğu yakasına hiç geçmez.
Neden iki oğlunu mürted ve münafıklara kurban vermiş 86 yaşında, beli bükük, elleri nasırlı, gözü yaşlı, yüreği ise Allah'tan memnuniyetini ifade edecek kadar saf ve büyük olan Meryem Ana için bir tek söz çıkmaz ekabirden. Neden!.. neden!... neden!...
Gerçekten bu acıyı kulaklarınızla duymadığınıza mı inanalım; yoksa acı duymadığınıza mı… kulak mı sağır kalp mi…
Doksanlı yılların PKK ve devlet(FETÖ, Ergenekon, Jitem) terörünün “ya benden olursun ya da ölürsün” dayatmasına göğüs gerdiği için kimi öldürülmüş, kimi kumpas ve hile ile “müebbed” e mahkûm edilmiş, kimi kapısına dayanan eşkıyaya nefsi müdafaa yapmış bu gün ellili yaşlarda, o günün gayretli gençliği ya ceza evinde ya da cezaevi yollarında eridi/eriyor.
Bunlardan biride Merhum Hüseyin Akbalık. Ağır işkence ve cezaevinin ağır şartlarının getirdiği ağır hastalık... Ancak öleceğine kanaat edildikten sonra ailesine teslim edildi. Bu günün devletinin savaş açtığı PKK'nin ve FETÖ'nün mağdur ettiği daha onlarcası cezaevinde ölüm sırası beklemekte.
O günün Firavun'larına karşı gönül rahatlığıyla onlara Yusufiler diyebiliyorduk. Peki, bu gün onlar hala Yusufi ise ki öyledirler; bu günün Firavun ve sihirbazları kim… Kime zalim diyeceğiz?
Sadece varsa, adil yargıçlarca yeniden yargılanmak dışında ne merhamet dilediler, ne de şikâyet ettiler Yusufiler, Yusuf'un yaptığı üzere. Eğer Saray'da, gördüğü “paralel”, “çözüm”, “batı”, “Suriye”, “Irak” vb rüyaları Yusufiler'ce defalarca yorumlanmış ve yorumları doğrulanmış bir adil “melik” halen varsa…
“Meryem Ana”… 18 yaşındaki Abdurrahman'ı Kürdistan'ın mürtedlerince tarlada çalışırken öldürülen, yirmi ikisinde ki Hüseyin'i ise Türkistan'ın münafık, aşağılık, kumpasçı, o günün derin jitem devleti; bu günün ise FETÖ'sü olarak adlandırılan yapılar tarafından cezaevinde öldürülen Meryem Ana... Gerçi O yazılamaz ama…
Ondan duyduğum sözler ve izlediğim manzara dört kitabın özeti idi adeta. İnsanlığın özeti… HÜDA PAR genel başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, Hüseyin Akbalık'ın taziye ziyaretinde, 86 yaşında iki büklüm vücudu ile yere çömelmiş, Kürdistan coğrafyasının bütün acıları yüzüne ilmek ilmek nakşedilmiş, iffet, vakar ve tevekkülde zirvede oluşu bütün hal ve söylemine yansıyan “Meryem Ana”nın önünde yine aynı edep ve vakarla diz çökmüştü.
Evet, bu manzara bende birbirinden farklı öyle duygusal depremler meydana getirdi ki… Üzüldüm, sevindim, öfkelendim, coştum, ümitlendim, utandım, bilendim, içerlendim…
Meryem Ana tevekkül ve teslimiyet dersi verirken insanlığa; konuşmasının arasında “em jı Rebbê xwe razine” (biz Rabbimizden razıyız) sözünü sık sık tekrarlıyordu. Tüylerim diken diken oldu. Şaştım, bir kul hangi cüretle Rabbinden razı olduğunu söyler ki. Meğer Rabb Kitap'ta sık sık diyormuş zaten Adn cennetinde olanlar için “Rabbleri onlardan razı, onlar da Rabblerinden razıdırlar” diye. Meryem Ana Adn'ı yere indirmişti çoktan.
Unutmamak gerekir ki Yusuf'a kulağı ve kalbi sağır olan saray melikleri bu güne kadar “Meryem Ana”nın ahından yakalarını kurtaramadılar. Umulur ki bundan sonra bu ahları kulak ve kalpleriyle duyarlar.