"Musa (a.s.) dedi ki: ‘Ey hesap günü olan kıyametin sahibi Rabbim! Bir şeyi güzel bir şekilde yapıyorsun, yaratıyorsun, sonra onları yıkıp, bozuyorsun. Erkek olsun, dişi olsun, cana canlar katan güzeller yaratıyorsun, sonra da onları öldürüyorsun, yıkıyorsun; neden böyle yapıyorsun Rabbim?’
Cenâb-ı Hak buyurdu ki: ‘Ya Musa! Biliyorum ki, sen bu soruyu inkârdan, gafletten yahut da hevâ ve hevesine uyduğun için sormuyorsun. Yoksa hoş görmez, edebe sokardım, azap ederdim; bu soru yüzünden seni incitirdim. Fakat sen bizim işlerimizdeki hikmeti, sonsuzluk sırrını anlamak istiyorsun. Böylece de bunu halka duyurmak, her ham kişiyi pişirmek, oldurmak istiyorsun. Bu hikmeti sen de biliyorsun, biliyorsun ama, işi halka anlatmak için soruyorsun. Çünkü bu soru ilmin yarısıdır. Gül de diken de topraktan ve sudan yetiştiği gibi soru da cevap da bilgiden doğar. Tatlı bir meyve de, acı bir Ebû Cehil karpuzu da nemden, rutubetten hâsıl olduğu gibi, sapıklık da, doğru yolu buluş da bilgisizlikten meydana gelir.
Cenâb-ı Hak buyurdu ki: ‘Ey akıllı Musa, mademki sordun, gel de cevabını dinle. Ey Musa! Sen yere bir tohum ek de, bunun sırrını anla ve insafa gel.’
Musa ekin ekti. Ekin bitti, yeşerdi, başaklandı, güzel, düzgün bir hale geldi. Orağı aldı, ekini biçti. O sırada ğayıbtan, gizli âlemden kulağına bir ses geldi. “Cenâb-ı Hak buyurdu ki: ‘Yâ Musa! Niçin ekin ekiyorsun? Yetişince olgunluğa ulaşınca onu biçiyorsun’ Musa ‘Ya Rabbi’ dedi, ‘Burada buğday da var saman da. Onun için biçiyorum. Buğday saman ambarına layık değildir. Saman da buğday ambarında çürür. Yok olur gider. Bu ikisini birbirine karıştırmak hükmüne uymaz, onları eleyip, ayırmak gerek.’Cenâb-ı Hak buyurdu ki: ‘Yâ Musa! Sen bu bilgiyi kimden öğrendin de harman meydana getirdin?’
Hz. Musa dedi ki: ‘Yâ Rabbi! Bu ayırt etmeyi bana sen verdin.’ Cenâb-ı Hakk da buyurdu ki: ‘O halde nasıl olur da bende ayırt etme olmaz?
Allah’ın yarattığı kullar arasında tertemiz olan ruhlar da, günah tozlarına bulanmış ruhlar da var. Balçığa batmış sedef durumunda olan bedenlerin de hepsi bir değildir, birinde inci var, öbüründe boncuk. Buğdayları nasıl samandan ayırmak gerekiyorsa, bu iyi ve kötü ruhları da birbirinden ayırt etmek gerek.”
“O pâdişahlar pâdişahının hiçbir şeye tamaı, hiçbir şeye arzusu yoktur. Bütün bu devleti ve nimeti halk için yaratmıştır. Ne mutlu bunları bilene, anlayana. Dünya mülkü, devlet ve saltanatı, hatta dünya ve âhiret, bunları yaratmış olan Allah’ın ne işine yarar?”
“Hiçbir ressam var mıdır ki, yaptığı resmi hiçbir fayda beklemeden, ancak resim yapmak için yapsın? Belki misâfirlerin ve büyüklerin seyretmeleri için ve bu yüzden gönülleri ferahlasın, kederden kurtulsunlar diye yapar.
Çocukların sevinmesi, dostların o resimlere bakarak geçmiş gitmiş dostları hatırlamasını ister. Hiçbir testici yoktur ki, içine su konmasını düşünmeden, testisini sırf testi yapmak için yapsın.
Hiçbir kâseci kâseyi ancak kâse olsun diye yapar mı? Hayır; içinde yemek yenmesi, yemek konması için yapar.
Hiçbir hattat, yalnız güzel yazı yazmak için, hüner göstermek için yazı yazar mı?
Yazdıklarını okusunlar diye yazar.
(Mesnevî, c. III-IV, s. 599)