Değerli okuyucularım! Bir önceki yazımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Evet! Kaynağı açısından “meşruiyet” kavramını genel olarak
1-Meşruluğunu İlahi dinlerden ve Allahın yeryüzüne gönderdiği temsilcilerin rehberliğinden alan anlayış, 2-Meşruluğunu insanın nefsinden ve şeytanın rehberliğinden alan anlayış, olarak sınıflandırmak mümkündür.
Bu iki sınıflandırmanın kendilerine has özellikleri, kuralları ve toplumu oluşturan bireylere ve sınıflara bakış açıları vardır.
Sınıflandırmamızın ikinci kısmında yer alan anlayışa göre kainatın merkezinde insan veya toplum vardır veya böyle olduğu ileri sürülmektedir. Dolayısıyla bu sınıflandırmada meşru davranış ve meşru kural toplumdan topluma ve hatta insandan insana değişebilecektir. Bu farklılığı ortadan kaldırabilmek veya bu sistemi topluma benimsetmek için toplumu idare eden egemen güçler ortak kurallar belirlemek suretiyle bireylere bu kuralara uyma zorunluluğu getirmişler ve bunlara da kanun ismi vermişlerdir. Bu kanunları ihdas ederken de kimi zaman toplumda öteden beri egemen olan kralların, padişahların, tiranların ve firavunların güce dayalı olarak ortaya koyduğu ilkeler meşruiyet kaynağı kabul edilmiş ve birey ve toplum buna göre şekillendirilmiştir. Kimi zamanda sözüm ona toplumun ve bireyin hassasiyetini göz önünde bulundurmak adına halk tarafından seçilen yani toplumu oluşturan bireylerin çoğunluğunun tercihleri neticesinde meşruiyet gücünü kullanacak; seçilmiş kanun koyucular ve yönetim otoritesini kullanacak bir sınıf ortaya çıkarılmıştır. Böylelikle bu otoritenin ortaya koyduğu her kural ve düzenlediği her yasal metin uyulması zorunlu, meşruiyetini halktan alan bir yapıya kavuşmuş ve bu kural ve yasalara göre davranış sergilemeyenlere, bireysel ve toplumsal ilişkilerini buna göre düzenlemeyenlere gerektiğinde müeyyidelerin uygulanabildiği (hapis, para cezası v.b.) kurumsal bir yapıya dönüşmüştür. Bu yönetim şekillerinin en gelişmiş hali ve hali hazırda dünya toplumları tarafından benimsendiği(!) kabul edilen şekli Yunan alfabesinde “Demo”(Halk) ve “Krasi”(Yönetim) anlamına gelen sözcüklerinin birleştirilmesinden oluşan ve “Demokrasi” olarak adlandırılan yönetim biçimidir ki bu sistem hakkında yazılarımızın ilerleyen bölümlerinde daha geniş izahatlarda bulunacağız.
Burada yukarıda belirtilen açıklamalara paralel Engels, Karl Marks, Lenin, Stallin , Mao ve diğerlerinin ortaya attığı sistem hakkında şunu ifade etmekte fayda görüyorum; toplumsal gelişmeyi ve ilerlemeyi toplumu oluşturan kesimler(sınıflar) arasındaki çatışmaya bağlayan Marksist sisteme göre çatışmanın durduğu yerde, toplum statik bir yapıya kavuşacak ve ilerleme duracaktır ki bu sosyolojik ve tarihi gerçeklere aykırıdır. Zira kainat sürekli hareket halinde ve değişim halindedir. Nihayetinde toplumdaki her şeyi toplumun ortak malı sayan(eş ve çocuklar bile) ve insandaki aidiyet ve mülkiyet duygusunu yok sayan bu sisteme yani insanın fıtratına(doğasına) aykırı sosyalist ve en gelişmiş hali olan komünist sitemin yönetim şekline değinmeyeceğim. Çünkü yeryüzündeki en ileri derecede ki uygulayıcıları ve bu sisteme kurumsallık kazandırmaya çalışan kurucu ülkeler(Rusya,Çin v.d.) bile daha ulaşmayı hedefledikleri toplumsal aşamaya (yani hayal ettikleri komün toplum anlayışı) gelmeden bunun hayal olduğu gerçeği ile karşı karşıya kalmış ve bu yönetim biçiminden vazgeçmekle kalmamış aynı zamanda karşıt sistem olarak kabul ettikleri Kapitalizmi ve Demokrasiyi benimsemiş ve halklarına bu anlayışları sistematik olarak benimsetme çabaları içine girmişlerdir.
Bu nedenle halklara kurtarıcı olarak sunulup, en ideal idare tarzı olarak pazarlanan ancak ilmi ve akli olarak topluma ve bireye zararlı olduğu ispat edilmesine rağmen hürriyet ve özgürlük naraları eşliğinde toplumu felakete, kaosa, çatışmaya ve dipsiz uçurumlara sürükleyen; içkiyi, zinayı, kumarı v.b.’lerini yasal koruma altına almakla yetinmeyip bu fiilleri yaygınlaştırmayı temel hedef haline getiren Demokratik Yönetim Modelinin işleyişine ve eksikliklerine bir sonraki yazımızda değinmeye devam edeceğiz. Bakalım bu demokrasi dedikleri şey gerçekten bir kurtarıcı mı? yoksa insan yutan bir canavar mı?
VEKİL OLARAK BİZE ALLAH YETER.