Kenar mahallelerin ara sokaklarındaki hayatlardan haberdar mısınız?
Birbirine yapışık, eski yapılı ve genellikle sıvası yapılmamış müstakil evler…
Özellikle İstanbul… Arsa sahipleri genelde başka şehirde ikamet eder. Atalarından kalan arsa üzerine inşa edeceği daireleri kiraya verip kira ücreti ile kendine ek gelir sağlar. Kiracı ile doğrudan iletişim halinde olmaz. Emlakçı üzerinden irtibat kurar. Zaten ev sahibi ile kiracının tek iletişimi de banka iban numaraları üzerinden olur. Eğer kira zamanında ve düzenli bir şekilde yatarsa ev sahibi memnun olur. Bir yandan gelecek kirayı dört gözle bekleyen ev sahibi, bir taraftan kirayı denkleştirmeye çalışan kiracı… Yılın sonuna gelindiğinde kiracı zam miktarının az olması için dua ederken, ev sahibi civarda metro, hastane, park yapılmış mı yapılmamış mı diye araştırır. Çünkü fazla zam için bahane bulmalıdır.
Kenar mahallelerin ara sokakları… Aslında kenar mahalle çok da kenarda değildir. Bizzat merkezdir. Çünkü nüfusun %80-90’ı buralardadır. Bu hayatı yaşamayan çok azdır. Bu mahallelerde hayatlar aylıktır. Bazen haftalık, bazen günlük, bazen saatliktir. Ama hiçbir zaman yıllık değildir. İnsanlar ayın sonunu getirmeye çalışır. Kira, elektrik, su, doğalgaz, aidat, pazar, market bunlar sabit giderlerdir. Ama gelirler sabit değildir. Her an işten çıkarılma, işten atılma veya aylıktan, haftalıktan, yevmiyeden kesilme olabilir. Evet, giderler ne kadar sabit ise gelir o kadar sabit değildir. Gider, ‘ler’ eki alıp çoğul olurken. Gelir ‘ler’ eki almaz fakat her an ‘mez’ eki almaya müsaittir. Eğer çoğul eki gelecekse ya erkek çocuk büyüyene kadar beklenilecek, ya da anne veya kız çocuğu çalışacaktı. Bu da büyük bir sorumluluk ve tehlike demekti. Çünkü bu koca şehir hayatı, dikkat edilip tedbir alınmazsa hayatları parçalardı.
Annesi ev hanımı olanlar, gözünü açtığı günden bu yana annesini evin içinde, evin bütün sorunlarıyla ilgilenip, temizlik, yemek, çocuk bakımı derken saçını süpürge ederken görürler ve anne deyince bu profil canlanır gözlerinde... Bu kişiler bir an için annesini dışarda çalışırken hayal etseler eminim dayanamazlar. İşte o kenar mahallelerin ara sokaklarındaki elleri öpülesi annelerden bir annenin hikayesi…
Ellili yaşlarda, nur yüzlü, dudaklarında salavat ve zikir, beyaz yazma takmış bir kadın. Tekstil atölyesine geleli birkaç gün oluyor. Ortacı olarak çalışıyordu. Makine başındaki çalışanların kesip diktiği kumaşlardan kalan parçaları topluyordu. Parçaları toplarken zorlanıyordu. Çünkü sendeliyordu. Belli ki bir kaza geçirmiş ve sakat kalmıştı. Ortama çok yabancı, konuşmaktan çekinen, kendisinden bir şey yapılması istendiğinde ‘olur evladım’ diyerek kabul eden. Her işe koşturan, bir taraftan da sendeleyen bir teyze… Ev hanımı olduğu belliydi. Atölyeden çok sıkıldığı da aleniydi. Peki bu kadını buraya getirip çalıştıran neydi? Evde Kur’an okuyup zikir çekmekten, komşularıyla ve yakınlarıyla sohbet etmekten ve en önemlisi çocuklarından koparan neydi?
İş çıkışı tekstilin bulunduğu sokaktan eve doğru ilerlerken Raziye teyzeyi gördüm. Sendeleye sendeleye birkaç ev ötedeki binaya girdi. Demek yakın oturuyormuş. Ben de yoluma devam ettim. Ama nasıl bir yol? Aklımda sorular, nasıl? Neden? Niçin? Kendi annemi düşündüm. Sonra Raziye teyzeyi… Eve vardım. Kapı açıldı annem beni gördü, görünce dua etti, hamd etti. İçeri girdim yemeğimizi yedik. Oturduk, çayımızı içtik. Ben anneme bakıyorum. Annem Kur’an okuyordu. Sonra onu bir an Raziye teyzenin yerinde düşünüyorum. Annem orda ve o halde. Hem sinirleniyor hem de bir an gözlerim doluyor. Sonra hamd ediyorum. Gece oldu gözüme uyku girmiyordu düşünmekten. Ne yapmalıydım? diye. Kafama koydum. Yarın öğle arası teyzeyle konuşacaktım. İhtiyacı var mı yok mu öğrenecektim. Neyse ki göz kapaklarıma engel olamadım.
Sabah namazına uyandım. Zaten mesai saatine de fazla kalmadığı için hazırlanıp erkenden çıktım. İşe vardım. Arkadaşlara selam verip geçtim makinemin başına… Birkaç saat geçti. Herkes tamtakır çalışıyor. Raziye teyze de oradaydı. Yine o yaşlı haliyle ve sakat ayağıyla ayakta durup parçaları topluyordu. Birden içeriye 9-10 yaşlarında bir erkek çocuk girdi. Arkasından da merdivenleri çıkmaya çalışan 4-5 yaşlarında başka bir kız çocuğu. Anne! Anne! diye koşarak sarıldı küçük kız annesinin eteğine. Raziye teyzenin gözleri kızında, bir taraftan da oğluna bakıyor. Utancından etrafına bakamıyor. Atölyenin bütün çalışanlarının da gözleri bir an da oraya çevrildi.
“-Anne ben açım, niye eve gelmiyorsun. Abim de aç, hadi eve! Hadi eve!” diyerek bir yandan da eteğini çekiştiriyor annesinin.
Kızının yüzüne annesinin gözyaşları damlıyor. Annesi sessiz sessiz ağlıyor. İçin için yanıyor. Annesi istemez mi onun yanında olmayı ondan ayrılmamayı? İki küçük çocuğu evde bırakıp engelli haliyle dışarıda çalışmayı hangi anne isterdi? Yapacak bir şeyi yoktu Raziye teyzenin. Çocuğu eve gönderdi geldi işine devam etti. Bu işe ihtiyacı olduğu için fazla zaman kaybetmeden işine koyuldu
Normalde küçük bir şehirde olsaydı. Bu şekildeki bir kadının çalışmasına kimse izin vermezdi. Mahalle sakinleri böyle insanların çalışmak zorunda kalmasından dolayı haya edecekleri için onun ihtiyaçlarını karşılar ve bu hale düşürmezlerdi. Ama İstanbul’da herkes adeta hayata ince bir iple tutundukları için kendi hallerini düşünmekten başkasını düşünemez oluyor. Acıma duygusunu kaybediyor ve başlarını önlerindeki işlerden kaldırmıyordu.
Öğle paydosunda onu göremedim. Herkes öğle yemeğini yerken büyük ihtimalle o eve gidip çocuklarına yemek yapıyordu. Arkadaşlarla yemek yerken yaşanan olayın konusu açıldı. Raziye teyzeden bahsediyorlardı. Onu tanıyanlar vardı. Merak edip sordum. Mahalledeki herkesi çok iyi tanıyan Mahmut Raziye teyzeyi anlattı:
“-Raziye teyze çok dindar bir insandır. 10 yıldır bu mahalledeler. Eşini 4 yıl önce trafik kazasında kaybetti. 3 çocuğu var. Bu sabah gelenler dışında kafadan çatlak 17 yaşında da bir kızı var. Diyarbakır Silvan’dan geldiler. Eşi Muhsin amca meyve sebze satmak için bir arabası vardı. Her gün çıkar ne kadar satabildiyse satardı. Tabi zabıtalar yakalayınca ya rüşvet ister ya da arabasını dağıtırlardı. Muhsin amca da dindar biri olduğu için hiçbir zaman onlara ‘çorba parası’ vermezdi ve arabası dağılırdı. Rahmetli yine bir gün meyve yüklediği arabasıyla giderken bir araba çarptı. Bütün meyveler caddeye dağıldı. Onun cansız ve kan içindeki bedeni de otomobilin tekerleri altında kalmıştı.
Muhsin amca hayattayken Raziye teyze mahallenin çocuklarına Kur’an dersi verir ve din, iman öğretirdi. Bana da öğretti Allah razı olsun. Eşi vefat edince 3 çocukla ortada kaldı. Büyük kızı erkek lisesinin oradaki büfede birinin yanında çalışıyor. 2 çocuğu da bugün gelenler. Anneleri sabah işe geliyor. Çocuklar evde, başlarına bir iş gelse evi yaksalar Allah korusun. Ama ne yapsın teyze. Öğle gidip yemeklerini yapıyor. Sonra akşama kadar çalışmaya devam. Kaç ay önce de çocuğu dışarıda oynarken çığlık attı diye merdivenden inerken ayağı burkulup çiviye batmış. Hastaneye de gidemeyince öyle kalakaldı. Aylık sadece 1000₺ alıyor. Kızının da getirdiği parayla kiracı oldukları evde hayatlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Kızı kötü yola düşmese iyi.”
Mahmut’u dinledikçe beynime kan sıçrıyor. Bu kadının halini düşündükçe içim parçalanıyor. Böyle bir hayat nasıl çekilir. Anne, çocuklara mı baksın, çalışsın mı hangisini yapsın? Bir anne bütün bunları yaparken isyan etmiyor. Kötü ve harama tenezzül etmiyor. Namuslu ve şereflice çocuklarına helal rızık yedirmenin peşinde. Patronlar da ucuz iş gücü ve ekmek parasına mecbur olduklarını bildiği için bu insanları çok ucuza çalıştırıyor. Kim bilir Raziye teyzelerin sayısı kaçtır?...
Ruhun ihtiyaçlarının yanlış anlaşıldığı ve insanların hayatının anlamını cisimlerde aradığı şehir ve metropollerde duyarsızlaşma kaçınılmazlığı... Malı mülkü olanın sözünün geçtiği ve söz geçirmek için mal mülk arttırma sevdasına düşmüş milyonlarca ruhsuz ve her an stresten cinnet hali yaşayacak olan insanlar nasıl düşünsün, komşusunu, en yakınını?
“Kadınlar, oğullar, yük yük altın ve gümüş, salma atlar, davarlar ve ekinler gibi nefsin şiddetle arzuladığı şeyler insana süslü gösterildi. Bunlar dünya hayatının geçimliliğidir. Oysa asıl varılacak güzel yer ancak Allah’ın katındadır. “ (Ali İmran-14)
Ömer Polat