“(Ey Muhammed!) deki: ‘Gelin, Rabbinizin size haram kıldığı şeyleri okuyayım; Ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya iyi davranın. Fakirlik endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. Sizi de onları da Biz rızıklandırırız. (Zina ve benzeri) çirkinliklere, bunların açığına da gizlisine de yaklaşmayın. Haksız yere Allah’ın haram kıldığı cana kıymayın. İşte size Allah bunları emretti ki aklınızı kullanasınız.
Rüştüne erişinceye kadar yetimin malına ancak en güzel şekilde yaklaşın. Ölçüyü ve tartıyı adaletle tam yapın. Biz herkesi ancak gücünün yettiği kadarıyla sorumlu tutarız. (Birisi hakkında) konuştuğunuz zaman yakınınız bile olsa adil olun. Allah’a verdiğiniz sözü tutun. İşte bunlar Allah size öğüt alasınız diye emretti.
İşte bu benim dosdoğru yolum. Artık ona uyun. Başka yollara uymayın. Yoksa o yollar sizi parça parça edip Onun yolundan ayırır. İşte bunları size sakınasınız diye emretti.” (Enam: 151–153)
Bu hareket fıtrata muvafık gidiyor
Bu seneki Muhammedi sevda etkinliklerine baktığımda en fazla gözüme çarpan, dikkatimi çeken iki şey oldu. Biri insanları meydanlara davet eden ve onlara konuşan davetçiler, diğeri de bu davete icabet edip çoluk çocuğuyla koşup gelen insanlar. Peygamber kıssalarına baktım benzer sahnelerin bütün ayrıntılarıyla yeniden canlandığını görür gibi oldum.
Sonra, Asr-ı Saadet sonrası ortaya çıkan ıslah ve ihya hareketlerine baktım, temelde, halkın ıslah ve ihyası için atılan adımların aynısı ama kendine özgü yöntemlerle icraya başladığını ve muazzam tesirler bıraktığını gördüm.
Halkın diline ve duygularına kulak verdim, fevkalade… Fıtratın dile gelip konuştuğunu gördüm. “fıtrat yalan söylemez.” Sözünü aynelyakin müşahede ettim. Allah (cc)’tan Peygamber Aleyhissalatu vesselamdan uzaklaş(tırıl)mışlığın tabii bir sonucu olarak Allah (cc)’a Peygamber Aleyhissalatu vesselama susamışlık, aşk, sevda, muhabbetin… kamil numunelerini gördüm. Yani fıtrata dönüşün muhteşem karelerini gördüm.
Halka konuşan tebliğcileri dinledim; Kur`an ve Sünnet dairesinde hakkın dışında bir şey konuşmadıklarını gördüm. Sadece Allah (cc)’ın ve elçisinin emirlerini anlatıp durdular. Kur`an ve sünnete döndüm, konuşmalarını ölçüp tarttım, önceki ve sonraki risalet davetçilerinin söyledikleriyle aynı olduğunu gördüm. Ve ben gördüm ki, tarih, hep olumsuz manada tekerrür etmiyor; olumlu manada da tekerrür edebiliyor. Bu şekilde, âcizane risalet güneşinin şu mazlum halklar üzerinde ilahi bir lütuf olarak yeniden tulû ettiğine şahit oldum. Şükrettim. Secde ettim…
Çünkü gözlerimle gördüm ki, bu hareket fıtrata muvafık gidiyor. Ve bu alanda yepyeni bir çığır açmaya aday görünüyor. Şu hakikat kabul edilmeli ki, toplumsal hayatta çığır açmaya çalışan bir hareket, eğer kâinattaki fıtrat kanununa muvafık hareket etmezse hayırlı işlerde ve terakkide muvaffak olamaz. Bütün hareketi şer ve tahrib hesabına geçer.
RESULLERİN DAVETİ
Ben meydanlara koşuşan yüz binlere konuşan davetçileri büyük bir ilgi ve dikkatle dinledim. Birçok kez fikren ve hayalen onların yanında, o kalabalıkların içinde bile oldum. Heyecan ve sevinçleriyle heyecanlanıp sevindim, dert ve kederleriyle de dertlendim, dertlendik. Bir çocuk heyecanıyla gönlümü ve ruhumu götürüp getirdi, ama arz etmeliyim ki, işin sevinç ve dolayısıyla şükür-secde yanı hep ama hep ağır bastı.
Bu davetçilerin konuşmalarını baştan sona kadar bir bütünlük içerisinde değerlendirdiğimde, hayranlık ve hayretler içinde, başa aldığım ayetlerdeki hakikatlere davet ettiklerini gördüm. Peygamber varisliği titizliğiyle buna eğildiklerini ve üzerine titrediklerini fark ettim. Allah onlardan razı olsun…
Onların davet ettikleri hakikatler öyle hakikatler ki, başta Resul-i Ekrem (salallahu aleyhi ve sellem) olmak üzere bütün resul ve nebi ve diğer davetçilerin tarih boyunca çağırdıkları hakikatlerin aynısıdır. Hepsinin ortak çağrısı tarih boyu bunlar olmuştur. O hakikatlerin her biri bir emir ve o emirlerin her biri kendi içinde onlarca, binlerce hakikati barındırmaktadırlar.
Cenab-ı Hak Resulüne Ey Habibim! Çağır insanları ve onlara “Gelin! Size Rabbinizin emir ve yasaklarını okuyayım. Diye emir buyurmakta Resulü de hakkın davetçisi olarak insanlara Rabbinin buyruklarını açıklamaktadır. Diyarbakır’da, Batman’da, İstanbul’da ve Türkiye’nin önemli merkezlerinde ve köy ve kasabalarındaki etkinliklere, konuşmalara baktığımda bu çağrının bir kez daha yenilendiğini yinelendiğini gördüm. Bu manada davetçiler meydanlardaki yüz binlere ve onların şahsında insanlara dediler ki;
Geliniz:
1- Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayın.
2- Ana-babaya ihsan edin-iyi davranın.
3- Fakirlik (ve benzeri) endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin.
4- (zina ve benzeri) çirkinliklere, bunların açığına da gizlisine de yaklaşmayın.
5- Meşru bir hak karşılığı olmadıkça Allah’ın haram kıldığı canı öldürmeyin.
6- Rüştüne erişinceye kadar yetimin malına ancak en güzel şekilde yaklaşın.
7- Ölçüyü ve tartıyı adaletle tam yapın.
8- Konuştuğunuz zaman yakınınız bile olsa adil olun.
9- Allah’a verdiğiniz sözü tutun.
Bunlar aklınızı kullanmanız ve öğüt almanız için Allah size emrediyor, emretmektedir. Evet, davetçiler bunları konuştular…
Sonuç: Saadet, Resul(Aleyhissalatu vesselam)’ün yoluna uymadadır.
Bu davetin (ayetlerin) hemen ardından Allah Resulü çağrısına devam ederek insanlara bulunmaları gereken yeri ve yolu göstermektedir.
“İşte benim dosdoğru yolum budur. Artık ona uyun. Başka yollara uymayın. Yoksa o yollar sizi parça edip Onun yolundan ayırır. İşte size bunları Allah, sakınasınız diye emretti.”
Evet, dosdoğru yol, Allah Resulü’nün yaşadığı ve gösterdiği yoldur. Ben meydanları dolduran insanlara konuşan davetçilerin bu müstakim yola çağırdıklarını gördüm. Onlar ehl-i imanı bir ve beraber olmaya ve Sünnet-i Seniye’yi ihya edip onunla hayat bulmaları için cehd ve gayret etmeye çağırdılar, çağırmaktadırlar. İnsanları da imani hakikatlere çağırmaktadırlar. İnsanları da imani hakikatlere çağırmaktadırlar. Bu çağrılarının karşılık bulduğunu gördüm. Nasıl karşılık görmesin ki; onun yoluna giren ve o yolda yaşayan hayattardır, hayattan hakiki anlamda istifade eden ve Rabbine kul olandır. Ama onun yolundan gafil olan ise, hüsrandadır, hayatın içinde zindandadır. Ölüden farksız bir cesettir.
Buradan iki yönlü bir hitabım olacak:
Bu büyük hayra öncülük edenlere diyorum ki; küçüğünden büyüğüne kadar bu hayrın tahakkukuna hizmet edenler, kâinattaki en mühim bir hizmeti ifa ediyorsunuz ki bunun zahmetleri olsa bile, büyük hayrın yanında hiç kalır. Bu hayra icabet eden etmeyen insanlara diyorum ki; sizler büyük bir hayırla karşı karşıyasınız. İlahi bir lütuf ve ikramla imtihan olmaktasınız. Bu büyük hayrı görmeniz, ona koşmanız ve sahip çıkmanız sizin şer’i vazifenizdir. Her halükarda bu büyük ikram, gereğince şükür ile karşılık bulmalı ki nimet devam edip sürsün.
Ve Üstad’dan Bir Pasaj
Evet, “Resul-i Ekrem(Aleyhissalatu vesselam)’in sünnetleri (söz, fiil, hareketleriyle yaşayıp öğrettiklerinin tamamı) birer yıldız, bir lamba vazifesini gördüklerini gördüm. Her bir sünnet veya bir hadd-i şer’i, zulmetli dalalet yollarında güneş gibi parlıyor. O yollarda insan, zerremiskal o sünnetlerden inhiraf (sapma) ve ‘udul(vazgeçme, terk etme) ederse; şeytanlara mel’ab (oyun), evhamlara merkeb, ehval ve korkulara ma’rez(dert, bela) ve dağlar kadar ağır yüklere matiyye (vasıta-binek) olacaktır.
Ve keza o sünnetler, sanki semadan tedelli ve tenezzül eden ipler gibi gördüm ki; onlara temessük (sıkıca tutunan) eden yükselir. Saadetlere nail olur. muhalefet edip de akla dayananlar ise, uzun bir minare ile semaya çıkmak hamakatında (ahmaklığında) bulunan firavn gibi bir firavn olur…”(2)
Allah’a emanet olunuz.
1- Bediüzzaman Said-i Nursi (Lem’alar, shf: 170 İhlas Nur Neşr. 2006 Ank.
2- Bediüzzaman Said-i Nursi (Mesnevi-i Nuriye shf: 77 İhlas Nur Neşr. 2006 Ank.
Muhammed Şakir / İnzar Dergisi / Haziran 2012