israil, Filistin’i yok edip İslam âleminin merkezini işgal eden “büyük devlet” olma hayali kurarken İslam dünyası mezhep tartışma ve çatışmaları ile uğraşıyor.
Mezhep dayatmacılığı, İslam âlemini “iç patlama” ile hacim tutmaz, iş görmez parçalara bölme ve nihayetinde o parçacıkları ezerek imha etme projesidir.
İslam âlemini kavmiyetçilikle yok edemeyenler, mezhepçilikle yok etmeye çalışıyorlar. Kavmiyetçilik ve mezhepçilik, farklı çıkışlara sahip olsalar da aynı yöntemlere sahipler ve aynı neticeleri doğuruyorlar.
Kavmiyetçiler, kendi kavimlerinin “millet(ulus)” olduğunu, diğer kavimlerin kendi içlerinde erimesi gerektiğini savunuyor, bu erimeye boyun eğmeyenleri imha etmekle tehdit ediyorlar.
Mezhep dayatmacıları da kendi mezheplerini “din”, onun dışındaki mezhep mensuplarını hidayet bularak kendi içlerinde erimeleri gereken kişiler olarak görüyorlar.
İslam, kendi bünyesindeki bütün kavimleri, ayrım yapmaksızın, güçlendirdi ve sıkı bir korumaya aldı. Bunun için İslam dünyasında hiçbir zaman bir kavmin diğer kavimleri yok edebileceğine dair umut tam oluşmadı, İslam âleminde Batılılaşma ile birlikte katliamlar yapıldı ama soykırım kokusu alındığında katliamlar durdu. İslam âleminde Batılılaşma ile birlikte kültür yasaklamaları yaşandı ama bu yasak bir toplumu yok etme niyetine dönüştüğünde bir tepkiyle yüz yüze kaldı, durdu. Kavmiyetçilik, bugün hâlâ çırpınıyorsa da İslam’ın vicdanına yenildi, etkisini yitirdi.
Onun yenildiği bir süreçte mezhep dayatması tam da uygun bir tabirle hortladı. Hortlamak, halk arasındaki bir inanışla ölünün mezardan çıkıp sağa sola saldırmasıdır. İslam âleminin ırkçılık tarihi yoktur oysa “mezhep dayatması” tarihi vardır. Mezhep dayatması, İslam vicdanına yenildi ve yüzyıllar öncesinde tarihe karıştı. Ama bugün farklı bir şekilde hortlatılmak isteniyor.
Şia ve Selefilik… Şia, uzun bir geçmişe sahip olmaktan aldığı güven ve son dönemde elde ettiği siyasi kazanımlarla tarihi dailik (kendine çağırma) geleneğini canlandırmış, teknolojiden de yararlanarak aralıksız bir mensup kazanma ya da kendi ifadesiyle “hidayete erdirme” gayretinde…
Başta “Mezhep kısıtlamasına gerek yoktur” deyip mezhep mensubiyetine bile karşı çıkan ama sonradan bir mezhebe dönüşen Selefilik ise her ne kadar Miladi 14. yüzyılda kaleme alınan kimi metinlerin bugünkü yorumundan oluşsa da Suudi`deki tarihiyle genç… Söz karşısında öfkeye kapılıyor, ikna etmediğinde kılıca sarılıyor, imhayı seçiyor.
İki taraf da kendi inancının hak olduğuna ve onlar gibi düşünmeyen Müslümanların batıl yolda yürüdüğüne inanıyor. İki taraf da alıngan, en küçük eleştiriyi en sert şekilde karşılıyor. Eleştiriyi kendisine dönük gördüğünde sizi hemen karşı tarafın adamı olmakla, onlar hesabına gizlice veya şuursuzca çalışan biri olmakla suçluyor; sizi zihinde veya gerçekte imha edilmesi gerekenler listesine kaydediyor.
Hiçbir kavmiyetçi, kendisini ırkçı kabul etmediği gibi hiçbir mezhep dayatmacısı da kendisini mezhep dayatmacısı kabul etmiyor; diğeri kendisini büyük ırkın bir kahramanı olarak gördüğü gibi bu da kendisini hak dinin sahibi diye tarif etmiş, eylemine fetvayı kendi “hak”kından almış.
Bu, korkunç bir psikolojidir. Müslümanların enerjisini heba eden boş bir gayrettir. Müslümanlar, tarih boyunca niteliği ne olursa olsun kişilerin mezheplerini anlatmalarını hoş gördüler ancak bunun siyasi bir gücü arkasına alarak bir dayatmaya dönüşmesine hep karşı durdular. Kimi Abbasi idarecilerinin Mutezile dayatması, Fatımilerin Kuzey Afrika’daki Şia dayatması… asla o dayatmayı yapanların dilediği yönde sonuç vermedi.
Müslümanlar bu hafızaya sahip… Ne var ki İslam eğitim kurumlarının üç yüzyıldır içinde bulunduğu durum yüzünden bu hafıza kaybedildi. Ulus devletlerin Şarkiyatçılardan (Müsteşriklerden) alınma tarih dersleri ile yetişen yeni nesiller, hafızasını kaybetmiş birinin kendi ailesine zarar vermesi gibi İslam’a zarar verebilmektedir.
Tecrübeyle sabittir: Müslümanlar, Kudüs’ü düşmandan kurtarıp yeniden dünya gücü haline gelebilirler ama herkesi asla bir mezhebin mensubu haline getiremezler.
Kudüs, her zaman ümmeti bütünleştirdi. Bütünleşmek kendi gerçeğinden kopmak değil, kardeşinin gerçeğine saygı duymaktır.
Gelin hep beraber “Kudüs” diyelim. O enerji yok eden boş çabadan vazgeçelim. İhtilaflarımızı değil, ortak değerlerimizi konuşalım...