İnsanlık tarihi çok karanlık dönemlere tanıklık etmiştir. İnsan kendi yaradılış gayesini unutunca akla hayale gelmedik yanlış işlerin peşine düşmüştür. Kendisine verilen üstün yeteneklerin ve geniş imkanların kıymetini idrak edememiş olan insan, tek değerli sermayesi olan hayatını ihtiras ve şehvetleri uğruna tüketip heba etmiştir. Nefse ve arzularına tebaiyet sonucunda tüyler ürperten cinayet ve zulümler irtikap etmiştir.
Kur'an eski toplumların şehvet ve arzularının peşinde koşarak ortaya koydukları her tür sapmaya ‘cahiliye' adını verir. Cahiliye kavramı, kelimenin sözcük anlamı olan ‘bilgisizlik, okuma yazma bilmemek'ten daha kapsamlı bir anlam taşır. Evet kimi zaman insan bilgisizlikten dolayı yanlışlara düşer; ama çoğu defa eldeki bilgiyi yanlış kullanarak daha kötü sonuçlarla karşı karşıya kalır. İşte modern cahiliyenin sorunu bu türdendir. Ve bilgi ile sapma, cehalet yolu ile oluşan sapmadan çok daha tehlikelidir. Bundan dolayı ‘fayda vermeyen bilgiden sana sığınırım' buyrulmuştur.
Bugünkü cahiliye eski dönemlerdekinden çok daha kalın ve karanlıktır. Adına modernizm denilen bu karanlık cahiliye, insanlığa çok acılar yaşattı ve yaşatmaya da devam ediyor. Bu çağın cahiliyesini önceki cahiliyelerden ayıran en bariz özelliklerden biri ‘doğruya yanlış, yanlışa doğru; hakka zulüm, zulüme hak kisvesi giydirmiş olmasıdır.' denilebilir.
Kur'an bize isyan ve zulümlerinin cezası olarak helak olmayı hak etmiş kavimlerden bahseder. ‘Sünnetullah' diye bilinen ilahi yasalar her toplum için işler. Yüce Allah, geçmişte yaşamış toplumların başına gelmiş bu ilahi yasalara dikkat çeker ve aynı şeyin tekrar vuku bulmaması için uyarıda bulunur. Yani ‘ne ekersen onu biçersin' yasası herkes için geçerlidir. Ektiğimiz acı tohumların korkunç neticelerinden kurtulmak istiyorsak kendimizi değiştirmemiz ve düzeltmemiz gerekir. ‘Hiç kuşkusuz bir toplumun bireyleri kendi iç dünyalarını değiştirmedikçe Allah da o toplumun gidişatını değiştirmez.'(Ra'd:11)
Şimdi gelelim şu günlerde toplumuzda infial oluşturan bazı olaylara. Kadına karşı şiddet, cinsel taciz ve tecavüzler bu son günlerde tekrar gündeme oturdu. Küçücük kızlar esrarengiz şekilde kayboluyor. Daha sonra tecavüze uğramış ve katledilmiş olarak bulunuyor. Vahşetin ve acımasızlığın ulaştığı son menzil bu. Bu tür vahşetlerin tepkilere neden olması ise en doğal şey tabii ki. Şayet toplum bu tür vahşetlere de sessiz kaldıysa durum çok daha kötüdür demektir.
Ancak bu ve benzer olaylar her gündeme geldiğinde olayların sebepleri değil de sonuçları hedefte oluyor. Yani ortada suçlu üreten bir sistem var, ama kimileri onu görmüyor veya görmek istemiyor. Meşhur örneği ile sivri sinek üreten bataklıklar ortada duruyorken siz kalkıp sivrisineklerden şikayet ediyor ve onların idamını istiyorsunuz. Mikrop üreten bataklık, yasaların güvencesiyle korunurken, kurbanlarına ateş püskürmek tutarsızlık olduğu kadar samimiyetsizliktir de.
Toplumun ruh ve beden sağlığını, mal ve can güvenliğini koruyan yasalarınız, yetişen yeni neslin aklını ve inancını koruyan bir eğitim sisteminiz var mı? Yok. Bir asra yakın bir zamandan beri tarih, kültür ve inancından bihaber bir nesil yetiştiren ezberci, slogancı bir eğitim sistemi var. Bu çarpık sosyal ve hukuki yapı, bu ruhsuz ve manevi değerlerden yoksun eğitim sistemi neden sorgulanamaz?
Ben yetmişli yıllarda bir orta öğretim öğrencisiydim. O zamanın Türk filmlerini iyi hatırlıyorum. O filmler bugünün ahlâksızlık ve rezilliğinin tohumlarını attı. Peşinden gelen tv dizileri, ahlâki değerleri ve aile kurumunu daha da zayıflattı. Bütün bunlar kadına özgürlük adı altında korundu, yasal güvencelere kavuşturuldu. Ve en son zina serbest bırakıldı.
Şer ve kötülükleri yasal güvence altında korumak topluma ihanettir. Toplumun da başına gelen kötü olayların kaynağını görmemesi büyük bir felakettir. Hasılı olup biten karşısındaki genel tavrı şöyle özetliyorum:
Mikrop üreten bataklık duruyor
Bizimkisi mikroba ‘idam' istiyor.