28 Şubat Darbesi, o güne kadar yapılan bütün darbelerin ruhunu ve bileşenlerini içerisinde barındıran, Müslüman bir milleti yok etmeyi göze almış, ‘Topyekûn Bir Saldırı' idi.
Kendilerinde tanrısal bir gücün bulunduğunu vehmeden dar bir kadro, halkın iktidara getirdiği Merhum Erbakan'ın milletin değerleri ile uyumlu politikalarından rahatsız olan bütün menfaat şebekelerini de arkasına alarak düşmanca bir süreç başlattı.
Batı Çalışma Gurubu ile ülkede fişlenmedik insan bırakılmadı.
MGK Genel Sekreteri, fiilî olarak başbakan yapıldı.
Başbakanlık Takip Kurulu, bürokratik bütün kademeleri MGK Genel Sekreterliği adına takipten sorumlu oldu.
Kürt illerinde ise tam bir sürek avı başlatılarak cadı kazanı kaynatıldı.
Tarih tekerrür ediyor, ‘Rabbimiz Allah'tır' diyen Allah dostları memleketlerinden sürülüyor, en ağır işkencelere maruz bırakılıyor, işkencede şehid ediliyor ve binlercesi zindana atılıyordu.
Küresel şeytani güçlerin Kürdistan coğrafyasındaki en büyük modernizasyon projesini oluşturan proje örgütün önü ise bizzat devlet eliyle açılıyordu.
O toprakların bir çocuğu olarak 28 Şubat'ın benim için taşıdığı anlam şudur:
"Sol-laik-seküler PKK'nin önünü açan halk düşmanı laikçi cunta, halkının bağrından çıkan Hizbullah Cemaati'ni ise bütün varlığı ile yok etmek istiyordu.
Darbecilerin ana rahminde 15 Temmuz için bekletilen FETÖ yapılanması ise, halkın oyları ile seçilen hükümete "Beceremediniz, bırakın artık!" diyerek kendisine biçilen rolün gereğini yerine getiriyordu.
Nelere şahit olmadık ki?
"Olmaz" denilen şeyler oldu.
Fadimeler, Kalkancılar, asparagas haberler…
Hepsi, yeni bir darbe için şartların olgunlaştırılmasının parçalarıydı.
TÜSİAD'ın beyaz adamları, medyanın patronları ve sahibinin sesi gazeteciler, sendika ağaları, borsalar...
Odalar düzeninin baş haramileri, cübbelerini postallara pas pas eden brifing hâkimleri, inanç düşmanı rektörler...
Öyle ya, “Laiklik elden gidiyor, ülke Ortaçağ karanlığına gömülüyor, terörden çok daha tehlikeli olan sakallı, başörtülü dinci yobazlar(!)” iktidara geliyordu.
Bu vatan hainlerine öyle bir ders verilmeliydi ki bin yıl kendilerine gelemesinler.
On yılda on beş milyon olarak yaratılan(haşa) Atatürkçü genç subaylar, Ergenekon yurdunda ayışığının altında ve yakamozlar eşliğinde kılıç olup, balyoz olup inmeli idi bu uslanmaz ve yola gelmez dinci halkın tepesine.
Değil mi ki akıllanmıyorlar, o halde stadyumlara doldurulmalı, tepelenmeli ve gerekirse milyonlarcası öldürülmeli idi.
Bu yönü ile 28 Şubat, Osmanlıdan günümüze isyan, darbe, muhtıra, Özel Harp, MGK operasyonları ne varsa hepsinin alaşımı gibi idi.
16 Nisan 2017 referandumuna yönelik propagandasını "Tek adam diktatörlüğüne gidiyoruz" üzerine kuran tekmil çevrelerin ayakta alkışladığı bu hain darbe, tek adam ürünü bir icraat değildi.
Son anayasal düzenleme ile bir adım da olsa geriletilmeye çalışılan vesayet kurumlarının bütünü idi.
Bu vesayet kurumlarının varlığını kendi varlıklarının devamı ile eşdeğer gören dönemin tetikçi gazetelerinden birinin “Karargâh rahatsız” manşetini hala atabiliyor olması, cezaevlerinde o dönemin mağdurlarının varlığı, işlerine son verilen binlerce insanın önemli bir kısmının görevlerine iade edilmemesi ve darbeci unsurların mahkeme önüne çıkarılmaması, 28 Şubat'la gerçek anlamda bir hesaplaşmanın yapılmadığını göstermektedir.
Unutmamak gerekir ki 28 Şubat'çı ETÖ yapılanması, FETÖ'den az tehlikeli değildir.