Batıda üretilen ve gücünden kaynaklı olarak dünyanın tamamına dikte ettirilen bir prensip “Milli menfaatler”. Hristiyan Dünyası'nın(Batı) bütün ilişki biçimlerini bu prensip üzerinden şekillendirdiği muhakkaktır. Ancak yaşadıkları son yıkıcı savaş (İkinci Dünya Savaşı) ile iç ihtilaflarını rafa kaldırma becerisini gösterdiler. Bunda Hristiyanların “pazı” gücü olmaksızın Müslümanlarla uğraşamayacak kadar fiziki zayıflıkta olan Yahudilerin payı da büyüktür.
Esas vahim olanı, gücünü kardeşliklerinden, birliklerinden inanç bütünlüğünden alan Müslümanları zayıflatmaya yarayan “Milli menfaatler” veya “ ülke çıkarları” prensibinin aramızda hayat bulması ve bu prensip ışığında geliştirilen stratejilerin toplumlar nezdinde normalleşmiş olmasıdır. Kendisini bu ilkeden kurtarmış bir tek ülke yok gibi. Yönetimler, ne kadar çirkin, kirli düşünce ve eylem ilişkisi varsa hepsini “Milli Menfaatler” ilkesiyle aklayıp paklayabiliyor, bir mantığa büründürüp yutuyor, yutturuyor.
Buna mukabil dünyayı “Ülke çıkarları” üzerinden okumanın ve hareket etmenin Müslümanlara hiçbir menfaat sağlamadığı da apaçık ortada. Tersine, Müslüman bir halkı diğer Müslüman halkla çatıştıran, düşmanlaştıran bir “kaos” ve “kabus” gerçeği ortaya çıkmış durumda. Ümit pompalayan “iyi niyetlere” rağmen içinden çıkılmaz bir girdap Müslümanları içine çekmiş durumda. Bu hazin gerçeğimizi inkâr edemeyiz.
Kurallarını ve sınırlarını bizim belirlemediğimiz “milli menfaatler” dünyasında çoğu zaman sadece bize biçilen rol çerçevesinde görevimizi ifa edip, kutsanan “ülke çıkarları” girdabından görevini başarıyla tamamlamış figüran cılızlığında debelenip duruyoruz.
Düşünebiliyor musunuz gücü yetenin diğer ülkelere her türlü zulmü yapması veya başkasına yapılan zulme rıza göstermesi “milli menfaatler” gerekçesiyle meşrulaşıyor. Zulme uğrayan da şeytanlaştırılarak düşmanlaştırılıp halkın da buna inanması sağlanıyor.
Yine düşünebiliyor musunuz ki komşumuzun, akrabamızın, arkadaşımızın hanesine, aracına, tarlasına, bağına, bahçesine “kişisel çıkarlarımız” ilkesine uygun diye saldırıyor, talan ediyor, yağmalıyor, bu fiilimizi de çıkarlar gereği kutsuyoruz. Sonrasında güçlüden yana olan kanunlar veya kanun adamları! “kendiniz ve ailenizin refahı için bu hareket sizin hakkınız” deyip sizi destekliyor. Bu “orman kanunu” bile olamaz. Ormanda hayvan doyuncaya değin saldırır ve avlanır. İnsan ise ihtiraslarını doyuruncaya kadar avlanır. Eğer ihtiraslarımızı frenleyen “insan” yanımız ortaya çıkmazsa ihtiraslar sınırsız olur.
İşte bu “milli menfaatler” ve “kişisel çıkarlar'ın” meşrulaştırılmasıdır Müslüman Dünya'yı bir kabûsa çeviren.
Kime sorarsanız sorun, hangi “fikri” irdelerseniz irdeleyin hepsinin zikri “kardeşlik”, “ihtilaflardan arınma”, “ümmet” ve “fedakârlık” olarak kulaklarda çınlanır. Ancak gelin görün ki “amel” zikre o kadar zıt bir şekilde cereyan ediyor ki iş tamamen bize dayatılan etnik ve mezhepsel bir mecraya eviriliyor. Milli çıkarlar eksenindeki “saldırma meşruiyeti” o kadar ileri safhaya ulaşmış ki bırakın farklı millet ve mezhep müntesiplerinin birbiriyle çatışmasını, aynı mezhebin nüanslarla birbirinden ayrılan fraksiyonlarına kadar inmiş durumda. Aynı milletin, ırkın, cetvelle çizilerek ayrıştırılmış dar sınırlarının da içine kadar girebilmiştir “milli menfaatler”. Onlarca Arap devleti “milli menfaatler” ekseninde savaşmıyor mu? Hani ya niye tek devlet olamıyorlar. Eğer “milli menfaatler” bir safsatadan ibaret olmasaydı yirmi iki Arap devleti tek devlet olmalı değil miydi? Kürdler, Farslar, Türkler kendi içinde tek devlet olmalı değil miydi?
İşin en hazin tarafı ne biliyor musunuz? Milli ve mezhebi devletçiklere bölünmüş ve kukla yöneticileri tarafından zulme uğrayan Müslüman halklar, söz konusu devletler sıkıştığında da en önce bu halklar zalim yönetimlerini koruma refleksi geliştiriyorlar. Böyle zamanlarda ikna edilmesi en zor kesimler maalesef dindar Müslümanlar oluyor. Türkiye'de, Mısır'da, Filistin'de, Irak'ta Suriye'de ve coğrafyamızın daha nice yerinde bu böyle değil midir? Külfet millete, nimeti elite takdim edilmiyor mu? Çanakkale'de de 15 Temmuz'da da Müslümanlar tekbirler eşliğinde ölürken hemen arkasından zaferin nimetine Kemalist, ulusalcı, laik, ateist, batıcı kesimler kondu/konuyor.
Sözün özü şu: Müslümanların milli menfaatleri birlik ve beraberliklerinden geçer. Ümmetin birlik ve beraberliğini önemseyen ve önceleyen anlayış ancak İslam milletini içinde bulunduğu girdaptan çıkarır. Batının değerleri üzerinden Müslümanları değersizleştiren ve Batının işini kolaylaştıran truva atları ile değil. Bunun için de herkesin, bulunduğu yerde çabasının küçüklüğüne hiç aldırmadan kardeşliğe, birlikteliğe, ümmet ruhunu yakan ateşe karınca misali su taşımalı. Barış ve kardeşlik verilebilecek en büyük savaştır.
Not: Yıldönümünde Şehid Yasin ve arkadaşlarını unutmadık, unutmayacak, unutturmayacağız. Aziz şehitlerimize selam, katillerine lanet olsun.