Batı, Müslümanlara karşı yürüttüğü ve asırlarca devam eden mücadelesinde hiçbir zaman arzuladığı başarıya ulaşamadı. Milliyetçilik düşüncesinin sihirli bir değnek gibi kuvveti dağıtıp başarı kapılarını açtığını keşfedince yeni cephelerden saldırıya geçti. Bu arada Doğu emperyalizmi ise komünizm vasıtasıyla İslam’ı yok etmek için başka cephelerden harekete geçiyordu.
Milliyetçilik düşüncesi, Fransız ihtilalinden sonra sosyal, siyasi ve ideolojik bir okul olarak şekillenmeye başladı. Batıda hızlı bir şekilde yayıldı. Milliyetçiliğin yayılmasında Napolyon’un çabaları oldukça büyüktü. 19. Yüzyıl Batıda milliyetçiliğin altın çağı kabul edilir. Almanya, İtalya, İngiltere, Fransa ve diğer Batı ülkelerinde bir ideoloji olarak yayılan milliyetçilik düşüncesi yaygın şekilde kabul görüyordu. Zamanın düşünür ve yazarları milliyetçiliği yeni bir ideoloji olarak ileri sürüp savunuyorlardı.
Milliyetçiliği doya doya yaşayan Batı, milyonların hayatına mal olan büyük savaşlara sahne oldu. Ağır bedeller ödeyerek büyük tecrübeler elde etti. Güç yetiremediği İslam dünyasını milliyetçilikle parçalayabileceğini anlayınca harekete geçti. Müslüman memleketlere araştırmacı adı altında gönderilen Batılı aydınlar, milliyetçilik düşüncesini yaymaya başladılar. Gittikleri yerlerde üzerinde çalıştıkları halkın ırkıyla ilgili efsaneler uydurup yoğun propagandalar yaparak, kitaplar neşrederek ve aydınları harekete geçirerek milliyetçiliğin gelişeceği uygun zeminler oluşturdular. Uzun süreden beri Filistin topraklarında Yahudi devleti kurmayı hedefleyen, ancak gerekli şartları oluşturamayan Yahudiler, milliyetçiliğin sihirli değnek gibi birçok kapıyı açtığını anlamışlardı. İslam dünyasında milliyetçiliği yaymak için büyük bir atılım başlattılar.
İslam dünyasında milliyetçiliği körükleme hareketleri 19. Yüzyılda başladı. Önemli bir stratejik alanı oluşturduğu için öncelikli hedef olarak Mısır seçilmişti. Mısır seferinde Fransız aydınlarını beraberinde götüren Napolyon, askeri alanda yapamadıklarını kültürel alanda yapmayı tasarlıyordu. Mısır’ın aydınlarıyla temasa geçen Fransız aydınlar, ilk milliyetçi fikirleri aşılamaya çalıştılar. Mısır’ın parlak tarihi geçmişi ve Firavunların büyük medeniyeti gibi konularda kitaplar yayınladılar. Böylece Mısırcılık düşüncesi maya tutmaya başladı. Bundan sonraki adımda sömürü programlarının devreye sokulması hedefleniyordu.
Osmanlıda ise, Türklerin diğer kavimlerden üstün olduğu fikrini Pan Türkizm ve Pan Turanizm ifadeleriyle yaymaya başladılar. Tanınmış müsteşriklerden Bernard Lewis’in itiraf ettiği gibi Avrupalı üç Yahudi, Türkçülük fikrinin yaygınlaşmasında esas rolü üstlenmişlerdi. Türkçülük fikrinin ilk ateşleyicisi İngiliz Yahudi’si Arthur Lumley David idi. İstanbul’a yerleşen David, “Preliminery Discourses” (İlk Araştırmalar) ismiyle yayınladığı kitapta, Türklüğün arı bir ırk olup Araplardan ve diğer ırklardan üstün olduğunu iddia ediyordu. Bu tarihten sonra İstanbul’da Türkçülükle ilgili kitaplarda ciddi bir artış görüldü. Yine bu yıllarda Türkçülük düşüncesi çerçevesinde örgütlenmeler başladı. Bu arada Fuat Paşa ve Cevdet Paşa, David’in kitaplarını Türkçeye çevirip yayınladılar. 1869 yılında Ali Suavi adıyla daha çok David’in düşüncelerini yansıtan ve Türk ırkının üstünlüğünü savunan kitaplar yayınlandı.
David Leon Cohun isimli Yahudi kökenli Fransız yazar, Türkçülüğü yaymak için epeyce çaba sarf etti. 1899’da yayınladığı bir kitapta Türklerin dünyanın en asil, üstün ve seçkin ırkı olduğunu ileri sürüyordu. Bu fikri yaygınlaştırmak için Türklerin kahramanlığını anlatan hikâye kitapları yayınladı. Türk Müslümanları diğer Müslüman kavimlerden ayırma üzerine yoğunlaştı. Bununla da yetinmeyip Paris’te sürgünde bulunan ya da eğitim için giden Türkleri ve Mısırlıları ayrı ayrı toplayıp milliyetçilik eğitiminden geçirdi. Milliyetçilik fikrinin yaygınlaşması için bunlardan önemli oranda istifade etti.
Türklerin en üstün ırk olduğunu savunanlardan biri de Macaristanlı Yahudi bir din adamının oğlu Arminos Wamberi’ydi. Türkçülükle ilgili çok sayıda kitap yayınladı. Milliyetçilik ve vatanperestlik fikirlerini gençler arasında yaymayı başardı. Ancak Wamberi’nin hedefi Filistin’de bir Yahudi devletinin kurulması için gerekli ortamın hazırlanmasıydı. Özellikle İkinci Abdülhamit’in Filistin topraklarında Yahudi devleti teklifine karşı çıkması üzerine Wamberi, Osmanlı yönetiminde Yahudi nüfuzunu arttırmak ve milliyetçilik fikrini körükleyip farklı kavimleri düşman haline getirmek için yoğunca çaba sarf etti. Müslüman kavimleri birbirlerine düşman haline getirdikten sonra Yahudi devletinin kurulması için şartlar uygun hale gelecekti.
Milliyetçiliğin körüklenmesi İslam coğrafyasında yoğun bölünmelere sebep oldu. Parçalara ayrılan Müslüman kavimler çözümü zor büyük sorunlarla yüzleştirildiler. Yahudilerin hedefindeki Filistin’i savunacak İslam birliği kalmadığı için Filistin topraklarına yoğun bir Yahudi göçü başladı.
Bugün bile temellerini attığı ırkçılık, inkârcılık, dayatmacılık ve asimilasyon zihniyetinin müsebbibi İttihat ve Terakki’nin iktidara gelmesinde en büyük rol Osmanlı’da ciddi nüfuzu bulunan Yahudilere aitti. Milliyetçi ve inkârcı zihniyeti iktidara getirip dışlamacı bir siyasetle İslam birliğinin parçalanması hedefleniyordu. Türkçülüğü savunan İttihat ve Terakki’nin iktidarına rağmen Yahudiler, Müslümanların İslami birliklerini bir kez daha sağlayacakları ve kirli emellerine engel olacakları korkusundan kurtulamadılar. Ancak Cumhuriyetin ilanıyla derin bir nefes alan Yahudiler, devletlerini kurmayla ilgili ortamın hazır hale geldiğini, dağılan İslam birliğini bir kez daha toparlamanın zor olduğuna kanaat getirip Filistin topraklarına yöneldiler.
Önemli Fransız düşünür(!)lerden biri, Cumhuriyetin ilanı üzerine şunları ifade ediyordu: “Müslümanları aşağılayın, Muhammed (sav)’in kabrini yerle bir edin ve O’nun kemiklerini Paris’in Louvre müzesine nakledin”