Allah'ın adıyla. On yıllardır, içimiz kan ağlıyor. Ümmet pare pare zulümat altında inliyor. Doğusu, Batısı, Kuzeyi, Güneyi istisnasız zulmün bin türlüsüne düçar vaziyettedir. Bireyden topluma, mahallelerden devletlere kadar herkes ve her yer barışa ve huzura hasrettir.
Hastalıklarımız ağır, azgın ve çeşit çeşittir. Bir yandan mezhep hastalığı, bir yandan milliyetçilik/ırkçılık hastalığı, bir yandan cemaat, meşrep tarafgirliği hastalığı, bir yandan da benlik hastalığı bizi perişan etti, bizden etti. Bir taraftan bizim bize ettikleri, yaptıkları; bir taraftan ceberrut devletlerin bize ettikleri, yaptıkları; bir taraftan emperyalist batıl güçlerin bize ettikleri ve yaptıkları.
Hangisine yanayım, hangisine değineyim, hangisini dökeyim? Ne mümkün ki, bu dert, sıkıntı, çile, yara ve sorunlarımızın tümüne birlikte değinecek yerimiz, ne zamanımız ne de takatimiz var. Bundan bu yazımızın devamında “Kürdleri, hak ve hürriyetleri” merkeze alan meselemize değinelim.
İslami kardeşliğin gereğinin yapılmadığı ve adaletin sağlanmadığı zamanlardan tutun da Cumhuriyetin kuruluşuyla zirve yapan bir sorundan bahsediyoruz. Sorun çetrefilli ve sorunu kabul edenler etmeyenler bir yana; sorunu kabul edenler arasında da sorunu tanımlama sorunun en başat sorun olması vehameti gösteriyor. Musaadenizle ben buna “milliyetçilik sorunu” diyeceğim. Bunun birlikte bu “milliyetçilik sorunu”nun tanımlanması, anlaşılması ve çözüme kavuşturulması noktasında girişimler, platformlar, çalıştaylar, adımlar ve konferanslar birbirini takip ediyor. Bu çalışmaların toplum tarafından görülmesi ve gündem olması açısından zaman zaman bunlar ve sonuç bildirgeleri ile ilgili değerlendirmeleri, gelişmeleri, paylaşımları sizinle paylaşmaya çalışacağız. İşte ele aldığımız o çalıştayların ilki 7-8 Mart 2015 tarihlerinde Diyarbakır'da yapılan “Kürd Meselesine İslami Çözüm Çalıştayı”dır. Bu çalıştayın en büyük özelliği, İslami sivil toplum kuruluşlarından, cemaat ve camialardan, medrese âlimlerinden, kanaat önderlerinden, 3500 STK bileşenini temsilen 600 delegenin katılımıyla yapılmış olması. Her şey bir yana, birincisi bu oranda büyük bir katılımla çalıştayın yapılmış olması, meselenin anlaşılması ve çözülmesine yönelik İslami kesimler açısından ortak aklın varlığının göstergesi olmasından önemlidir. Bu bilincin oluşması ve harekette olması en az onun kadar önemlidir. Tabii bu şuur beslendiği, güçlendiği, kurumsallaştığı ve çalışmalarına devam ettiği ölçüde ses getirecek ve önem arz edecektir.
Çalıştaya dönersek, genel olarak Çalıştay'da Çözüm sürecinde yapılan yanlışlar, meydana gelen tıkanıklıkların nedenleri ve sürecin daha sağlıklı bir zemine oturtulmasına değinildi. Yanlışların düzeltilmesi, tıkanıklıkların giderilmesi için öneriler sunuldu. Adil bir çözüm ve kalıcı bir barışa ulaşmanın nasıl olabileceği tartışıldı. Kürd meselesi; güvenlikle alakalı tek boyutlu değil; tarihi, siyasi, sosyolojik, ekonomik, bölgesel ve uluslararası boyutları olan bir mesele olduğu, doğru hedefler tespit edilerek doğru usuller kullanılmadığından çözümün geciktiği, bu nedenle sorunun derinleştiği belirtildi. Gelinen noktada kangrenleşmeye yüz tuttuğu, öncelikli ve acilen çözüme kavuşturulması gereken bir mesele olduğu hususunda mutabık kalındı.
“Dillerimizin ve renklerimizin ayrı olması Allah'ın ayetlerindendir.” (Rum:22), “Farklı halklar ve kabileler halinde yaratılmış olmak, birbirimizle tanışmamız, karşılıklı olarak birbirimizi tanımamız içindir.” (Hucurat:13) ve “Hiç şüphe yoktur ki “Barış daha hayırlıdır” (Nisa:128) ayetlerine vurgu yapıldı.
Yine çözüm için “Silah ve şiddet bir hak arama yöntemi olarak görülmekten vazgeçilmelidir” denilirken dünden bu güne devletin tekçi, milliyetçi, laikçi politikalarının mahkûm edilmesi gerektiği belirtildi.
Yine, meselenin çözümünün iç dinamikler üzerinden olması, tarihi tecrübelerden istifade edilmesi gerektiği ve tüm kimlikler ve kültürlerin, kendi renkleriyle buluşmasıyla adaletin, barışın gerçekleşeceği vurgusu yapıldı.
Çalıştayı burada bırakırken, bireysel ve toplumsal ümmetin kendi içerisinde ihtilafa düştüğü noktalarda olması gerektiği gibi “milliyetçilik sorunu”nda da hak ve adalet temelinden ümmetin vahdeti, birlikteliği ve kardeşliğinin öncelenmesi gereği ortaya çıkmıştır.
Varsın biri/leri seni, beni, onu, sizi, bizi, onları beğensin/beğenmesin. Her Müslümanın davetçi şuuruyla kendi işine ve Allah için ne yaptığına bakması gerektiği bir kez daha anlaşılmıştır.
Bir kişi, grup ve toplum veya çalışmayla ilgili hoşa giden ve gitmeyen durum, ilke, nitelik, durum ve neticelerde tarihi tecrübenin verdiği derse odaklanmak gerektiği bir kez daha görülmüştür.
Müslümanların kardeşliğinin asla ve kat'a cemaat, mezhep, meşreplerle ilintili olmadığı gibi, aynen milliyetlerle de ilintili olmadığı hakikatından yola çıkarak Müslümanların en başta birbirini tanımaya ve anlamaya çalışması, birbirine sahip çıkması, birbirinin derdine derman olması gerektiğine her zaman daha çok muhtaç olduğumuzun bir daha idrâkine vardık.
Rabbim hak ve adalet eksenindeki çalışmalarımızı, dayanışmamızı, dertleşmemizi ve kardeşliğimizi kendisi için kılsın” derken sizi Allah'a emanet ediyorum.