Kuran'ı Kerim'in diğer ibadetlere ve muamelelere göre en fazla detayına indiği mesele miras hukuku olmuştur. Öyle ki Allah (cc) bunun taksimi konusunda Resulünü ya da mukarreb meleklerini vekil kılmamış, en ince detayına kadar inerek verilmesi gereken hisseleri adaletli bir şekilde izah etmiştir. Bu konuda erkeği de kadını da mağdur etmemiş, mağdur edenleri de “Kim de Allah'a ve Peygamberine isyan eder ve O'nun koyduğu sınırları aşarsa, Allah onu ebedî kalacağı cehennem ateşine sokar. Onun için alçaltıcı bir azap vardır.” (Nisa 14) ayetiyle tehdit etmiştir. Söz konusu bu ayet mirasla ilgili hükümler zikredildikten sonra gelmiş, bir önceki ayet ise Allah'a ve Resulüne itaat ederek hududu çiğnemeyenleri müjdelemiştir.
Peki, bizler detay olarak namaz, zekât, oruç ve hacdan daha fazla izahatı yapılan bu hakkı sahiplerine verirken üzerimize vacip olan kadarıyla mı, yoksa bir takım nefsani ve bencil hesaplar içerisine girerek kendimizden daha zayıf bulduklarımızı mahrum mu bırakıyoruz?
Malum olduğu üzere kadınların, mirasla ilgili hakları maalesef bazen yeterince yerine getirilmemektedir. Bir takım cahili adetler içerisine giren ve arkasında tamamen bencilliği saklayan bazı kimseler aynı ortamda birlikte büyüdükleri, aynı anne ve babanın ekmeğini yedikleri kız kardeşlerinin miras hakkını eda etme konusunda Allah'tan sakınmıyorlar. Bu durum ise daha çok kocası ölmüş evli kadınlar ve evlenerek anne babasından ayrılan bayanlarda yaşanmaktadır.
Sevgili peygamberimiz “bağışlar hususunda çocuklarınız arasında eşit davranın. Eğer ben (bu konuda) birini diğerine üstün tutsaydım kızları tercih ederdim.” (Taberânî) derken bizler nasıl olur da kız çocuklarımızı mirastan mahrum bırakırız.
Unutulmamalıdır ki; şeriata muhalif olan her türlü örf, adet ve kültür batıldır, hiçbir geçerliliği yoktur. Güçsüzleri mirastan mahrum bırakanlar Allah'ın, kulların payını taksimiyle ilgili adaletini inkâr etmiş ve kul hakkına girmiştir. Şehitlik hariç bu tür hakların da hiçbir şekilde telafisi yoktur.
Gerçek din sadece mescitlerde olan din değildir. Gerçek din ölüm öncesi ve sonrası her şeyimize müdahale eden ve bununla ilgili bizlere ölçü belirleyen dindir. Ölüm sonrası geriye kalanların mağdur olmaması adına belirlenen miras taksimine riayet etmek diğer ibadetler gibi farzdır. İnkârı kişiyi dinden çıkarır, terki ise günahkâr yapar. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir hadisinde “Kim varisinin mirasçılığı hakkından kaçarsa Allah Kıyâmet günü o kimsenin cennetten mirasçılığını keser.” (Ebu Dâvud)
Mirasla ilgili bir diğer önemli ve sakınılması gereken mesele ise gayri islami mahkemelerin verdiği hükümler üzerinden mal paylaşımına gitmektir. Müslümanlar olarak gücümüz nispetince meselelerimizi şeriatın emriyle çözüme ulaştırmamız farzdır. Dolayısıyla mirasla ilgili Allah ve Resulünün hükmüne aykırı verilen mahkeme kararı lehimize de olsa, aleyhimize de olsa indimizde geçersiz sayılır. Taraflardan biri hibe vb. yöntemlerle hakkından vazgeçmediği sürece mirasını en ince detayına kadar hesaplayıp kendisine vermek gerekir.
Ebeveynler, vacip olan nafakalar dışında mal paylaşımı yaparken çocukları arasında adaletli davranmalı, birini diğerinden üstün tutmamalıdır. Bu bakımdan miras bırakan kişi vefat etmeden önce mallarını çocukları arasında adaletsiz bir şekilde taksim etmemelidir. Bu durum Peygamber Efendimizin birçok hadisinde nehyedilmiştir. İbni Mâce'nin rivayet ettiği bir hadiste Allah Resulü (aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurmuştur: “Bir adam yetmiş sene iyi insanların yaptığı güzel ve hayırlı işleri yapar. Fakat vasiyetini yaparken adaletten sapıp zulmederse, hayatı işlerinin en kötüsü ile noktalanır ve cehenneme girer. Bir adam da yetmiş sene kötü insan olarak yaşar. Fakat vasiyetini yaparken adaletten ayrılmaz. Hayatı işlerinin en hayırlısı ile noktalanırsa Cennete girer.”