Annesinden kalan mirası kocasına söylemediğini belirten hanımefendi okuyucumuz şöyle diyor:
“20 yıldır evliyiz. Kocam, birkaç iş denedi, o arada benim yüzüğüm de dahil bütün altınları aldı, sonra ona babasından kalan bir arsa vardı, onu da sattı, elde avuçta ne varsa hepsini ona buna kaptırdı. Çoluk çocuk çok perişan zamanlar geçirdik. Allah'tan kirada değiliz. Ben uzun zaman bahçelerde çalıştım, oğlumun düğünü için biriktireyim dedim, onu da zorla elimden aldı. Babamın ölümünden sekiz sene sonra annem de öldü. Beş kardeş malı bölüştük. Bana düşen payı sattık şimdi onunla geçiniyoruz.
Annem sağ iken bana, “kızım filan yerde benim adıma bir arsa var” demişti ve onu benim adıma yaptırmıştı. Onu kocama hiç söylemedim. Kardeşlerimi de sıkı sıkı tembih ettim, onlar da söylemiyorlar. Bilmiyorum, doğru mu yapıyoruz çünkü söylesem o da elden gidecek. Herkes beni haklı görüyor ama yarın bunu ondan sakladığımı öğrenirse, beni dürüst olmamakla suçlar ve bir kötülük yapar diye de korkuyorum.”
Anlatılan örnekte, evin geçimini sağlaması gereken erkeğin meseleyi abarttığı ve eşinin fedakarlığını suistimal ettiği açık. Şu bir hakikat ki, onu uyaran birileri olmazsa ve bilinçsizlik de varsa, insanın alıştığı yanlış bir kolaylığı bırakması zordur.
Burada da sürekli elinde ve kendisinin bildiği parayı, altını, arsayı vs. hazır para görüp harcamaya çalışan bir koca ve onun bu durumunu şöyle ya da böyle kabullenmiş eşi var.
Evlilikle birlikte kadına ait olan mal mülk artık iki kişinin ortak malı olmaz ama aradaki muhabbet bağına hürmeten bayan, çoğunlukla fedakarlık yapar veya kocası tarafından bir şekilde ikna edilir ve bu misaldeki gibi yüzüğüne kadar feda eder.
Bu tutum yanlış değil ancak, kadının sanki kendisini kocasının bu ihmali karşısında çaresiz görüp, bir anlamda onun hem kurbanı hem de hatasının ortağı gibi olması doğru değil. Maalesef, yaşadığımız zaman ve zeminde böyle iyi niyeti kötüye kullanan erkek karşısında kadının çok seçeneği olmadığı acı bir gerçek olarak kanıksanıyor.
‘Amaan mal da mülk de yalan, hepsi gelip geçici, yeter ki çoluk çocuğumla huzurum bozulmasın' demek erdemli bir tavır olabilir ancak, “Allah'ın geçiminize dayanak olarak verdiği mallarınızı akılsızlara, lüzumsuz, faydasız yerlere harcayan sefihlere vermeyin.” (Nisa Suresi 5) ayetindeki nehyi-i ilahiye de dikkat etmek gerekir.
Kadının kocasının alıştığı kolaycılığı değiştirmek için nasıl bir çaba gösterdiğini bilmiyoruz. Acaba kazancı az da olsa kocasının düzenli bir geliri olması için ne kadar teşvik etti. Zira erkeğin işte yahut ticaretteki düzensizliği, sebatsızlığı, kanaatsizliği, istikrarsızlığı ve tembelliği bir ölçüde ırsî olsa da, eşinin ısrarı, yol göstermesi ve kararlılığı ile değişebilir.
Dolayısıyla burada kadın, annesinden kalan arsayı kocasından saklamak yerine, tam aksine konuyu açıkça söylemelidir. Kişinin en yakını bile olsa hiç kimsenin kendisine ait olan bir malı mülkü keyfine göre alıp çar çur etmesine en azından bu noktadan sonra izin vermemelidir.
Fedakarlık bir hedef için yapılır. Ailenin dağılmaması da bir hedeftir. Ancak bu hedef için bile olsa fedakarlık, karşıdaki kişinin hatasını besliyorsa, bu durumda bir vebal alındığı da unutulmamalıdır.
Kocası, kendisinin ve çocuklarının nafakasını(geçimini) temin etmekle yükümlüdür. Bunu da, eşinin mehrinden, parasından, arsasından filan değil, kendi kazancından karşılamak zorundadır.
Bununla birlikte, Allah için olan muhabbetin kerameti büyüktür. Kadın, kocasına olan bağlılığını her türlü yokluğun üstünde görüyorsa bunu da kimse kınayamaz.
Ve elbette ki, insan her nerede ve ne halde olursa olsun arsasından, parasından, akrabasından önce rızkın asıl sahibine güvenirse Allah-ü Teala da ona, ummadığı yerden verecektir.
O zaman önce O'na itaat, önce O'na karşı dürüstlük, önce O'na bağlılık bir mecburiyettir.
Dua bekleriz.