Bu bölüme birkaç soru ile giriş yapalım: Türkiye’nin geçen 60 yıl boyunca Avrupa’ya işgücü olarak gönderdiği vatandaşlarının oralarda karşılaştıkları sorunlarıyla yeterince ilgilenip onların hak ettikleri yere gelmeleri için üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirdiği söylenebilir mi? Türkiye’nin Avrupa Türklerine dair kayda değer orta ve uzun vadeli planları ve politikaları var mı? Varsa nelerdir?
Tabii, gönül isterdi ki, göğsümüz kabararak bu sorulara olumlu cevaplar verelim. Ama ne yazık ki, ilk yıllardaki icraatları genelde vatandaşlarının bürokratik işlerini görmek ve tabii ki dövizlerini Türkiye’ye akıtmaktan öte geçmeyen Türkiye’nin son yıllardaki kimi olumlu hizmetleri bile ihtiyaç duyulan ve verilmesi gereken hizmetlerin oldukça gerisindedir. Oysa Türkiye eğer şimdiye kadarki yükümlülüklerini yerine getirmiş olsaydı, eğitimden ekonomiye, kültürden sanata, tarımdan sanayiye kadar birçok alanda çok daha iyi bir yerde olacaktı. Temennimiz o ki, devlet erkânından duyarlı birileri çıkar da “zararın neresinden dönülürse kardır” der ve gerekenleri yaparlar.
Burada Türkiye’nin ihmal edegeldiği konulardan birkaçına kısaca değinmek istiyoruz. Bunlardan ilki, Türklerin Kimlik sorunudur. Avrupa’ya ayak basan Türklerin ilk sorunları kimliklerini korumak olmuştur. Kimlik de doğal olarak dillerini, dinlerini ve kültürlerini yaşamak ve yaşatmakla mümkündür. Nitekim Avrupa Türkleri bunun için bir çaba içinde olmuşlardır. Kurdukları dernekler, açtıkları cami ve mescitler ve çoğunluğu Türkiye’den olan basın yayın organlarını takip etmeleri bu çabalarına birer örnektir. Türkiye, dini ve milli olmak üzere iki alanda ve iki koldan Avrupa Türklerinin kimlikleri üzerinde belirleyici olmak istemiştir. Ancak bu icraatları Avrupa Türkleri tarafından beklenen kabulü görmemiştir. Çünkü Türkiye’nin Diyanet Teşkilatı üzerinden dikte ettiği din anlayışı ile Türkçe dersleri üzerinden dikte ettiği milliyetçilik, Türkiye’dekinden daha özgür olan Avrupa’daki Türkler için cazip olmadığı gibi onların birliğini de zedelemiştir.
İkincisi, eğitim sorunudur. Ben 20 yıllık Avusturya hayatım boyunca Avusturya Eğitim Ataşelerinin öğrencilerin askerlik uzatmak ve öğrenci belgesi vermek veya onaylamak dışında bir icraatlarını ne gördüm ve ne de duydum. Bir de Türkçe derslerinin organizesi. Ki burada da yaptığı şey, sadece Türkiye’den getirilen Türkçe öğretmenlerinin bürokratik işlerini yapmaktır. Mesela, Türk öğrencilerinin en az yarıdan fazlasının neden Türkçe derslerini tercih etmediklerini bile araştırma gereği duymazlar. Bugün ilkokuldan üniversiteye kadar sayıları yüzbinleri bulan Türk öğrenci vardır. Örneğin, Eğitim Ataşelerinin bulundukları ülkelerde okuyan Türk öğrencileri hakkında bir çalışmaları var mı acaba? İleride Türkiye’de çalışmak veya akademik çalışmalarını Türkiye’de sürdürmek isteyen öğrencilerle Türkiye’deki ilgili kurumlar ve üniversiteler arasında bir köprü oldukları söylenebilir mi?
Üçüncüsü, ticaret ve yatırım sorunudur. Avrupa Türkleri kurdukları on binlerce irili ufaklı şirket ile bugün gerçekten ekonomik bir güçtür. Ellerinde kayda değer bir sermayeleri vardır. Kaç tane Türk işadamı gönül rahatlığıyla diyebilir ki, işim Ticaret Ataşeliğine düştü, hallettiler. Veya kaç Türk işadamı, “Ticaret Ataşeliği bizim kendimizi geliştirmemize, başka şirketlerle tanışmamıza veya Türkiye’de yatırım yapmamıza yardımcı oldu” diyebilir? Elçilik ve Konsolosluklarda mutlaka işlerinin ehli ve sorumluluk sahibi olanları da var, ama egemen olan anlayış hala monşerliktir. Buralara işi düşenlerin yetkililerden gördükleri muamele bunun için yeterli bir örnektir. Diyebiliriz ki, hiçbir elçilik ve konsolosluktaki görevlilerin müşterilerine karşı muameleleri o ülkedeki devlet kurumlarının müşterilerine karşı muamelelerinki kadar saygılı ve iş görücü değildir.
Dördüncüsü, siyasi sorunlardır. Avrupa’ya giden Türkler Türkiye’deki siyasi partileri, dini cemaatleri ve siyasi dernekleri de götürmüşlerdir. Ancak bunları kendi şartlarına uyarlamak konusunda başarısız olmuşlardır. Bunun içindir ki, başlarda kendileri için birer ihtiyaç olarak gördükleri dini cemaatlerin, siyasi partilerin ve ideolojik örgütlerin kendilerini sömürdüklerini görmüşlerdir. Türkiye bunun önüne geçebilir miydi, bilmiyoruz. Ama bildiğimiz, Türkiye’nin de Kurduğu Diyanet Teşkilatı ve diğer kurumlar üzerinden benzer bir istismarın içinde olduğudur.
Türkiye’nin izlediği her politikanın Avrupa Türkleri üzerinde de az veya çok etkisinin olduğu şüphesizdir. Bunlardan ikisi Ermeni Sorunu ile Kürt Sorunu ile ilgili olan politikalardır. Avrupa Türklerinin geneli Türkiye’nin Ermeni Politikasını tasvip ederken, Kürt Politikasında ikiye bölünmektedir. Bunun da nedeni, Türkiye’nin Türkiye’de Kürtlere karşı hala uygulayageldiği ötekileştirici politikalarını Avrupa’da da sürdürmesidir. Örneğin, Türkiye’nin MEB müfredatına dahi koyduğu halde Kürtçe Seçmeli dersini hayata geçirmemesi ve buna karşılık Avrupa Türklerinin kendi dillerini yaşamaları ve yaşatmaları için binlerce Türkçe öğretmeni göndermesi Avrupa Türklerinin birliğini olumsuz etkilemektedir.
Devam edeceğiz.