Ortadoğu denen coğrafya, asırlar boyu beraberinde getirdiği tarihi, siyasi, ekonomik ve stratejik ayrıcalıklı konumuyla diğer birçok coğrafi bölgeden ayrılmaktadır.
Bu coğrafyada değişmeyen bazı kurallar vardır; buna “kurt kanunu” da diyebilirsiniz:
1- Yerli halklara ve İslami camialara karşı tehdit faktörü daima canlıdır, günceldir,
2- Güçlü olan kazanır,
3- “Güçlü olan haklıdır” felsefesi daima diridir,
4- Ayakta kalmak savaşmakla eş anlamlıdır,
5- Siyasal aktörlük girişimi, güce dayalı yan unsurlarla desteklenmedikçe intihardır,
6- Düşenin dostu yoktur,
7- Düşene tekme atmak adettendir,
8- Siyasal ittifaklar konjonktüreldir,
10- İttifaklardan ziyade ihtilaflar esastır. Her ittifakın mutlaka bir yumuşak karnı vardır.
11- Dün “ak” olan bugün karadır; bugün kara olan yarın “ak”tır…
Liste daha fazla uzatılabilir elbette. Asırlık siyonizm sorunu ve Filistin’e dayatılan soykırım, daha da önemlisi bu soruna karşı geliştirilen/geliştirilemeyen tavırlar yukarıda sıralanan “kurt kanunlarının” tipik bir yansımasıdır. Keza Filistinliler kadar kurban edilen Kürtlerin durumu da bundan farklı değildir.
Yaşanan her güncel sorun, bazen değişmeyen asıl sorunları geride bıraksa da, Ortadoğu’ya dayatılan Haçlı zihniyeti ve bu zihniyetin somut halini temsil eden siyonizmin varlığı ve yayılmacı emelleri, son asırda Ortadoğu halklarını perişan eden en ciddi etkendir.
Gündemde bir gün Lübnan olur, bir gün Irak olur, bir gün Suriye olur, bir gün İhvan olur, bir gün Hizbullah olur, bir gün başka bir yer. İttifaklar dağılır, roller yeniden dağıtılır, kartlar karılır her şey altüst olur. Yumuşak karınlar deşilir, maslahattan çok menfaatler ön plana çıkar. Asıl düşman, vücuttaki ur, yani siyonizm unutulur, uşaklar celladlaşır, katiller cirit atar, İslam dünyası kan kaybederken siyonizm önündeki bentler yıkılır, yayılmacı emeller biraz daha ivme kazanır.
Malumunuz Mısır, Firavun’un geri dönüş yaptığı en acımasız günleri yaşamaktadır. Darbe, katliam, şimdi de seriye bağlanan idam kararları. Bunun sonu nereye varacak, açıkçası belli değil. Hedefler dağınık, düşman tanımlaması hayli tartışmalı, tepkiler cılız. Kızıldeniz tekrar yarılır mı, Firavun bir daha boğulur mu, belli değil. Yeni bir Musa gelir mi, etrafında kenetlenme olur mu, hiç belli değil.
Zalim tayfası yekvücut; Münafığıyla, Bel’amıyla, Karunuyla, Hamanıyla siyonist dayanışmanın tarihi ittifak tablosu zirvedeyken, bir arada kenetlenmeleri mucize sayılacak ezilenlere yeni bir Musa bahşedilir mi, o da ayrı bir mesele.
Düşman cephede amaç belli, hedef gayet açık. Siyonizmin güvenliği ve yayılmacı emellerinin önündeki engellerin kaldırılması. Yöneldikleri hedefler, aktörler, hareketler, camialar, ülkeler farklı olsa da değişmeyen tek şey siyonizmin güvenliği.
İslam dünyasında siyonizme odaklanmayan, düşman algısını siyonizm üzerine oturtmayan, ihtilaflar yaşansa da düşman algısında ortaklaşmayan İslami çevreler diğer bütün konularda ittifak yapsalar da başarı şansları bulunmamaktadır. Siyonizm tehdidini birinci mesele olarak görmede ittifak sağlanmadığı müddetçe, tüm enerji bu mecraya akıtılmadıkça her gün farklı bir yerde yaşanan kıyımlara karşı sözden öteye geçmeyen “Kahrolsun” laflarından başka hiçbir etkinlik sergilenemez. Her gün değişik bir İslami camia kurban verilse de çaresizlikten öte etkili hiçbir adım atılamaz.
İslam dünyasında asıl düşman kimdir, ilk önce buna karar verilmeli. Bir gün Hamas’ın, bir gün Hizbullah’ın, bir gün İran’ın, bir gün İhvan’ın, bir gün bir başkasının “düşman” seçilerek yıpratıldığı bir siyasal konjonktürde karlı çıkan asıl düşman israil olmaktadır.
Bugün İhvan’a reva görülenler kimi kesimlerde “hoş” karşılanıyorsa; ya da yarın Hizbullah’a yönelecek bir israil saldırısı bir başka kesimde “alkış tufanı” koparacak ise, herkes durup bir daha düşünmelidir: Asıl düşman kim?!
Yukarıda sıraladığımız Ortadoğu’ya özgü “kurt kanunları” galiba herkesten önce İslami kesimlerde hayatiyet bulmuş gibi görünüyor.