“Siyaset için 24 saat uzun bir süredir” denir. Ortadoğu için de “Yeni bir denklemin kurulmadığı gün yok” denilebilir. Siyaset bilimciler Ortadoğu'da hızla değişen yeni denge politikalarını ve yeni denklemleri yorumlamakta temkinli davranıyorlar, olur ki yarın birileri saf değiştirir de güç dengesi değişir diye.
Dünden bugüne hızla değişen dengelere bakıldığında yorumlarda acele etmenin daha tutarlı neticeler için elzem olduğu görülür. Nitekim Ortadoğu'nun yakın dönem öncesi manzarasına bakıldığında birçok aktörün birkaç kez saf değiştirdiği görülüyor. Doğrusu “Arap ligi” denilen ve 22 Arap ülkesinden müteşekkil oluşumunkendi içindeki çekişmeleri ve liderlik yarışları eskiye dayanmaktadır ancak Suriye iç savaşıyla başlayan “Büyük Suriye Satrancında” Arap Ligi ülkelerinin farklı bloklarda saf tutmalarıyla başlayan çekişme, sonu daha karanlık görünen büyük bir fitnenin fitilini ateşlemiş oldu.
ABD'li cumhuriyetçilerin vitrin mankeni Trump'ın imzasıyla “Şii Hilaline” karşı organize edilen Arap ülkeleri ilk hamlelerini Katar'a karşı yaptılar. Hamlenin teknik ve diplomatik hazırlıklarına bakıldığında bu projenin de arkasında Evangelist-Siyonist aklın ve körfez sermayesinin bulunduğunu görmek mümkün tabi diktatörlerin büyük bir hevesle Katar'ı topyekûn ablukaya almaları da hem sahiplerine (Batı'ya) yaranma iştiyaklarını hem de “yakın tehdit algılarının” boyutuna işaret etmektedir.
Trump'ınSuudi ile başlayan ilk dış gezisinin tüm planları Tel Aviv'den çizilmiş gibi bir izlenim uyandırıyordu. Bu gezinin temelde iki ayağı vardı: Ticari anlaşmalar ve israil'in güvenliği. Haliyle konu israil'in güvenliği olunca da israil'intehdit algısı ön plana çıkar. israil'in rahatsızlığını en bariz halde ifade eden savunma bakanı liberman olmuştu. Liberman yakın tehdidi şöyle izah ediyordu: İran'a karşı güçlü bir Sünni ittifak oluşturulmalı. Ortadoğu da üç tehdit var; “İran, İran, İran” Dikkat edilirse israil'den gelen açıklamalardan sonra aralarında Suudi ve Mısır'ın da bulunduğu onlarca ülke Katar hamlesini başlattı. Oysa düne kadar Suudi ile Mısır ilişkileri oldukça sıkıntılı idi. Gerginlik Suudi'nin petrol akışını durdurmasına kadar gitmişti. Hakeza Suriye konusunda da farklı kutuplarda oynayan bu iki ülkenin Katar konusunda aynı safta durmaları bu iş hesaplarına geldiği kadar, birileri tarafından buna zorlandıklarını da gösterir.
Diğer Arap ülkelerini arkalarında sürükleyen bu iki devletin çıkarlarına baktığımızda Mısır'ın bu vesileyle İhvan'ı ve HAMAS'ızayıflatmayı hedeflediği Suudi'nin ise; İran'la yakın ilişkileri bulunanları dize getirerek adım adım Şii Hilalini parçalamayı ve böylece devletin iliklerine kadar hissettiği İran kuşatmasını kırmayı hedeflediği anlaşılıyor. Suud'lu savunma bakanının açıklaması da bunu doğrular niteliktedir. Suud'lu bakan ülkesinin gelecek projeksiyonunu böyle ifade etmişti; “Eğer bu çatışmayı İran'ın içine taşımazsak, İran savaşı bizim topraklarımıza taşıyacak.”
Ancak israil, dostu Sisi ve Suudi'nin İhvan-HAMAS ve İran karşıtı hamlelerinin kazananının olmayacağı gün gibi aşikârdır. Bu sürtüşmelerin tek kazananı varsa oda israil'dir. israil'in Sünni bloğun yanındaymış gibi görüntü vermesi bu kesim için zül olarak yeterdir. israil'le dostluğun uhrevi cezası çetin olacaktır elbet.Lakin ondan önce dünyada, bu işbirliğinin karşılığı olarak ihaneti ve zilleti yaşayacaklardır.
İslam ülkeleri küçük hesaplarla birbirleri ile uğraşıp dururken israil bu büyük ve komplex oyunun tek kazananı olmanın hesabını yapıyor. Onun için tüm İslam Dünyası hedeftir. Brzezinski yıllar önce Ortadoğu ile ilgili hedeflerini yorumlarken “Ortadoğu'da Balkanizasyon (Balkanlaştırma) gerekli…” demişti. Ahval bu olup tehlike herkese yakın iken ve İslam dünyasının liderleri israil dâhil herkesle ittifaklar kurabiliyorken birbirlerine diyalog kapılarını kapatmaları üzücü olduğu kadar düşündürücüdür…