Mızrağın Ucundaki Haklar

Mirali YILDIRIM

Günümüz dünyasında; hukuk, görüşme masalarındaki sosyal mühendisliklerin elinde; hak denen şey de mızrakların ucundadır.

Şu ömrümüzde ABD'nin, İngiltere'nin ve bunların Ortadoğu'daki karakolları olan israil'in, tüm haksızlıklarına rağmen, BM veya adalet Divanı'ndaki hukuki soruşturmalarda kaybettiklerine şahit olmadık.

Dünyayı yargılayan yargıç ve kurumların tümü Batı'da ve Batılıların güdümündedir. Bunlar da İslam ülkelerindeki kurumlar gibi işlerler. Polis yakalar, savcı iddianame yazar, hakim de önceden verdiği kararını, mahkeme salonunda ilan eder.

israil; resmen devlet terörünü işlediği halde; cinayet ve işgalleri için BM kararı alındığı halde; ceza verilemiyor.

Dünyadaki haklar da aynı durumda.

Halbuki hakkın, tüm düşünce ve zamanlara göre değişmeyen bir kaidesi vardır. “Hakk, alınır verilmez!” günümüz İslam âlemindeki hak kavramı; millet, mezhep hatta tarikatlara göre maalesef değişebilir. Bu kavramın, Doğu ve Batı'daki kullanım ve işleyişi; farklı renklerde olsa da temelde aynıdır.

Mesela  Moğol istilalarının kahramanı Cengiz ve Atilla gibi mağrurlar, bir ülkeye girerlerken; “biz, öldürmeye geliyoruz..” demişlerdir. Bunu daha nazikçe veya dolaylı söyleme gereği görmemişlerdir.

Batı emperyalizminin despot ve tiranları ise özellikle dünya savaşları ve sonrasında daha vahşi cinayetlere imza attıkları halde, bu cinayetlerini –tabiri caizse- kılıfına uydurmayı bilmişlerdir.

Ülke işgallerine, medeniyet götürüyoruz; barış, huzur götürüyoruz..” demişler.

Özellikle “dünyadan büyük olduklarına inanan 5+1 ülkeleri” cinayet ve sömürü alanında iki yüz yıllık deneyim ve “cinayet eğitimi” alanında pedagojik formasyona da sahiptirler.

Halihazırda, İslam ülkelerinde birçok hukuksuzluktan bahsetmek mümkün. Bunların başlıcalarını şöyle sıralamak mümkün.

-Irkçılık: İslam dini, insanları önce kardeş, sonra da ümmet yaptığı halde, İslam ülkelerinde, bir ırkın, özellikle de hakîm ırkın diğerlerinin hukukunu çiğnemesi söz konusu. Modernizmden ağır yaralar alan ümmet bilinci; birçok ülkede, cezalandırılan terör suçlarından. Bangladeş'teki İslam alimlerinin idam olmalarının sebebi, milliyetçilik yerine savundukları ümmetçilik fikridir.

Barzani'nin gittiği referanduma yapılan suçlamalar; dine olan aykırılıktan ziyade; Kürt ve Kürdistanı çevreleyen ülkelerdeki hâkim ırkların hakimiyetlerine verdiği zarara göre ölçülmüştür. Verilen ceza ve yapılan ambargolar da yine bu doğrultuda olmuştur.

-Mezhepçilik; aslında ırkçılığa hizmet eden bir aksesuar olarak kullanılmıştır. Örneğin, İran İslam Cumhuriyeti; Ermenilerle savaşan Azerilerin yanında yer almaktansa, Ermenilere de açık kapı bırakmayı uygun görmüştür.

-Güç; Halkı Müslüman ülkelerde, haklı olmanın da bir vesilesi sayılmıştır. Her milletin, neredeyse bu milletlere ait her aşiretin dahi devlet olduğu bir ortamda; en belirgin şekilde suçlanan, hatta ceza kesilen yegâne millet, Kürtler olmuştur. Halbuki Kürtlerin bir caydırıcı gücünün olmayışı, devletleşmemiş olmaları, kardeş milletlerle beraber yaşamaları, aslında Müslüman halklar nazarında en güçlü şekilde savunmalarını da zaruri kılmaktadır.

-Hukuksuzluklar; İslam ülkelerinde adeta yerleşmiş bir gelenek halini almıştır. Devlet ve düzenin kendisi de bu hukuksuzlukların mustaribi olabilmiştir. Cuntalar, darbeler hukuksuz; gelir dağılımları hukuksuz; iç ve dış işlerinde seçilen dost ve düşmanlar da hukuksuz olabiliyor.

Hülasa ve işin özüne gelirsek; İslam aleminin düze çıkması için, özüne dönmesi şarttır. Bu da kolay olmayacaktır. Müslüman halkların kendine gelmeleri ve özüne dönmelerinin önünde başta dahilde iktidara sahip olanlar ve rejimler mani oluşturuyor.

Bu karanlık odaklar; halkların ve inançların tüm hak ve hukuklarının önünde en büyük engeli oluşturuyorlar. Gerilim ve terörden besleniyor ve bunların bitmesini de asla istemezler.

Bu işbirlikçi iktidarlar; sadece kendilerine fayda sağlayan öz haklarını, tüm topluma ve sair milletlere, inançlara dayatırlar. Yani İslam ülkelerinde, “dayatılan haklardan” bahsetmek mümkün.

Bir de “gasp edilen haklar” da var. Haksız kazanç ve menfaat elde eden güç merkezleri,  başkalarına ait meşru ve helal kazanımları gasp ederek beslendikleri için toplumun istikrar ve düzenini de bozarlar.

Gasp ettikleri konumları gereğince de buna güç ve yetkileri de vardır.

Bir de “konuşulmayan haklar” vardır. Müslüman haklarda, en dramatik ve yüzkarası durum oluşturan da aslında burasıdır.

Öteliyor, gizliyoruz, yağan kar ile yaraya basılan tuzun üzerini örtüyoruz. Çözüm ürettik dedikçe, çözümsüzlük üretiyoruz. Adeta; siyaha, sen karasın, karaya da aksini diyoruz.

Eninde sonunda bizi bulacak, en zayıf anımızda bizi yakalayacak, belki de felaketlere sebep verecek olay ve gerçeklerle yüzleşmek istemiyoruz. Korkuyoruz, sevmiyoruz, istemiyoruz. Hal böyle olunca da çözümü kolay olan bir meseleyi, dış güçlerin istihbaratlarının müdahalesine açık hale getiriyoruz.

Yüz yıldır, kangrenleşmiş Kürt ve Kürdistan meselesi de bunlardan biri, hatta en önemlisidir. İşi çözmek için en zıt insanlar hatta düşman olan rejim ve devletler bir araya geliyor, uzlaşıyor; cahili cezalar ve ambargolar uyguluyor ama sonuç nafile ve fiyasko.

Bilinmelidir ki; hiçbir millet, tüm bileşenleriyle birleşemez, bir devlet çatısı altında birleşemez. Ancak parçalara bölünmüş bir milletin, mutlaka muhatap alınacağı bir yapılanması olmalıdır. Batı bununla düze çıkmış. Hiç olmasa, bir parçası kendini bulan bir milletten korkmamak lazım. Yüz parçaya bölünmüş bir İslam alemi risk oluşturmuyorsa, bu yüz parçalık İslam aleminin bir parçası olacak bir tane Kürt parçasından da korkmamak lazım. Bu parça üzerinden, ümmete varılır diye düşünmek ve hamiliği, haklıya bırakmamak lazım.

Ulus devletlerin;  uyguladıkları her milli ve şahsi uygulama, mahrum ettikleri milletleri de “milli ve şahsi” menfaatleri konuşma ve kazanmaya yöneltir; ayrıştırır, provokasyonlara hazır hale getirir.

İslamcıların yapacağı; “hilafet ve tevhit mücadelesi “vermektir ki, bu da zaten Cumhuriyete kadar olan tüm “Hilafet veya saltanat devletlerinde” olduğu gibi federatif yapılanmaya götürür.

Yani İslam, ırk ve mezhepleri reddetmez; “eyalet, federal, özerklik..” gibi devlet yapılanmalarını öngörür. Osmanlı, Selçuklu, Emeviler hep böyleydi. Bu devletler; “Kürdistan” için “Kuzey Irak, IKBY; X+Y-Z=?” veya “karadelik, galaksi..” adlarını kullanmadılar. Aynı devletler; israil'i ilk tanıyan devletler oldukları halde; kendi Müslüman kardeşlerine “İkinci israil” de demediler. 

 Not: Sayın Cumhurbaşkanı; seksen yıllık mümbit Anadolu çilesinin yetiştirdiği; Haçlı ve Paralellerinin hedefinde olan bir liderdir. Kürt halkı, ona; o da Kürt halkının dramına sırtını dönemez. Korkma! Sıkıntı yok! Hayatın baharı; farklı güzelliklerin dayanışmayı veya komşuluğu kabul etmesindedir.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.