Hastalıkla imtihan edildiğim şu günlerde çok sık duyduğum sözlerden biri bu.
Sadece hastalık ve musibetlerde değil, aslında hayatın her anı ve alanı için olması gereken bir durum olduğuna kuşku yok.
Yapılan bilimsel araştırmalar da moral yüksekliğine sahip insanların birçok olumsuzluğun üstesinden geldiğini ispatlamıştır.
Bunlar bilinen şeyler ve hiçbirine itirazımız yok.
Ancak asıl olarak üzerinde durulması veya sorulması gereken soru şu:
Moral-motivasyonun kaynağı nedir ve moral yüksekliği nasıl sağlanır?
Bunu iki gün önce şahit olduğum somut bir vakıa üzerinden değerlendirmek isterim.
Hastalığımla ilgili gittiğim bir onkoloji kliniğinde doktor sırasının bana gelmesini bekliyordum.
Benden önce doktorun yanına tercih ettikleri kıyafetleri sebebiyle laik-seküler olduğunu düşündüğüm bir aile girdi.
Beş dakika geçmeden 18-20'li yaşlardaki gencecik bir kız ağlayarak dışarı çıktı.
Peşinden erkek kardeşi veya eşi…
Muhtemelen hastalıklarıyla ilgili beklemedikleri ‘sevimsiz' bir haber almışlardı.
Kızcağızın yüzü kaskatı kesilmiş, adeta dünyası başına yıkılmıştı.
Çaresizlik veya lezzetleri acılaştıran ölüm hakikatine yakınlık hissi, onu korku ve ümitsizlik girdabına sürüklemişti.
Acıdım, merhamet duygularım kabardı.
Gayr-ı ihtiyari yanımdaki arkadaşlara dedim ki:
İnsanları; Kur'an-ı Azimüş-Şân'ın ölüme, hayata ve insana yüklediği anlamdan mahrum etmeye kimin ne hakkı var?
Kâinattaki değişmez kural ölüm hakikati karşısında insanı bu kadar ümitsiz bırakan beşeri düzenler ne kadar zalim?
Oysa trilyonlarca-katrilyonlarca yıl sürecek kesintisiz ahiret hayatına oranla bir gün ya da bir günün yarısı mesabesinde bile olmayan dünyaya her şeyi hasretmek, ebed için yaratılmış insana en büyük haksızlık değil mi?
Derdin içinde dermanın gizli olduğunu; sabır anahtarının işlevselliğini; zorluklarla beraber iki kolaylık, zorluktan sonra da ayrı bir kolaylığın bulunduğunu; Allah'ın, kullarına karşı pek merhametli ve affedici olduğunu; O'nun rızasını kazanmak için çabalayanlara korku ve hüzün olmadığını vs. bu biçare körpe dimağlara kavratarak onları ferahlatmak gerekmiyor mu?
İnsanlara yapılabilecek en büyük iyiliğin bu hakikatleri onlara kazandırmak, onların güzel görmelerini, güzel düşünmelerini ve böylelikle her an ve ortamda hayatlarından lezzet almalarını sağlamak olduğunu izah etmek gerekmiyor mu?
Okul müfredatlarını bu en yüksek moral-motivasyon kaynağından yoksun bırakmanın bu toplumu cinnete ve felakete sürüklemek olduğunu yüksek sesle haykırmak gerekmiyor mu?
Camia olarak bütün kurum ve kuruluşlarımızla bu topluma karşı en büyük sorumluluğumuz, bu hakikatleri insanlarda içselleştirecek bir eğitim programı ve müfredatını temin edecek çok mütevazı da olsa adımlar atmaktır.
Aksi halde bu yüce hakikatlerden yoksun bırakılmış bir insana “Moralini yüksek tut!” demenin bir karşılığı olabilir mi?
Değil mi ki o Allah;
"Beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir"
"Beni yediren, içirendir"
"Hastalandığım zaman bana şifâ verendir"
"O ki, benim canımı alacak, sonra diriltecek olandır "
"Ve hesap günü, hatamı bağışlayacağını umduğumdur" (Şuara/78-79-80-81-82)
O halde korku, hüzün ve ümitsizlik girdabında boğulmaya hiç mi hiç gerek yoktur.
İman ve Kur'an nimetini veren Allah'a sonsuz hamd ve senalar olsun!