Yine bir Din Dersi saati idi. İlkokul birinci ve ikinci sınıf öğrencilerine abdesti uygulamalı olarak öğretiyordum. Ki kapı çalındı…
Öğrenciler sandalyelerini çekmiş ve lavaboya doğru bir hilal şeklinde dizilmişlerdi. Boyu yetmeyenler için de lavabonun önüne bir sandalye koymuştum. Onlar sırasıyla gelip abdest alırken, diğerleri de izliyordu.
Kapıyı çalan müdürümüz idi. O bizleri selamlarken, ben de kendisine doğru ilerleyip elini sıktım ve “hoş geldiniz Müdür Bey” dedim.
Müdür bey hayatında ilk olarak gördüğü bu manzara karşısında hayretini gizleyemedi. Bununla birlikte gayet saygılı bir ses tonu ile “Bekir Bey, bu nedir, ne yapıyorsunuz?” diye sordu. Ben de abdestin ne demek olduğunu birkaç cümle ile anlattım. İkinci sorusu da merak yüklüydü: “Bunu bir defalık bir şey mi, yoksa her zaman mı yapacaksınız?” Ben de, “abdestin günde beş vakit olan namazın ön şartlarından biri olduğunu, ama öğrensinler diye arada bir yapacağımızı” söyledim. Biraz düşündükten sonra, “buraya bir leğen ve bir de çiçekleri sulama vazosu alsak, daha iyi olmaz mı?” diye sordu. Ben de, “çok daha iyi olur” deyip teşekkür ettim. Ve müdürümüz iyi dersler dileyerek sınıftan çıktı.
Ertesi hafta geldiğimde, müdür bey okulun kapısında idi. Selam verdim ve hal hatır soruşturduk. İçeriye birlikte girerken, bana, “Sayın Tank” dedi, “leğen ile ibriği aldırdım. Lavabonun altındadır.” Kendisine teşekkür ettim.
Ondan sonra öğrencilerim birbirilerinin eline su dökerek abdestlerini alıyorlardı. Sınıfta bazen namaz kıldığımız da oluyordu. Sınıftaki dolapların birinde de seccadelerimiz ve kızlar için başörtülerimiz vardı.
Rejimin bekçileri panik yapıp, “bu okul da nerede?” diye aramaya ve ihbar etmeye kalkışmasınlar. Çünkü bu okul Türkiye'de değil, Aşağı Avusturya'nın Leobersdorf köyündedir. Bu müdürümüzün adı Sayın Gerhard Seidl idi. Daha sonra öldü. Sevecen, disiplinli, başarılı ve daha birçok özelliği nedeniyle “başöğretmen” olarak taltif edilmişti.
Bir gün müdürümüze, öğrencilerimle birlikte kiliseyi ziyaret etmek istediğimizi söyleyip izin talep etmiştim. Önce şaşırmıştı, ama nedenlerini anlattığımda da sevinci görülmeye değerdi. Velilerimizi de bilgilendirdim. Bazıları biraz tepki gösterdiyseler de, hepsi de çocuklarını gönderdiler. Tabii ki, öğrencilerim de kiliseyi ziyaret etmenin dinen sakıncası olup olmadığı gibi konularda birbirinden ilginç sorular sordular. Bu arada papaza da kiliseyi ziyaret edeceğimiz gün ve saati bildirdim ve rehberlik etmesi için istirhamda bulundum. Ve kiliseye gittik. Önce papaz anlattı, sonra da öğrenciler sordular merak ettikleri şeyleri.
Daha sonra ne mi oldu? Doğrusu güzel şeyler oldu. Avusturyalı öğretmenler de öğrencileriyle birlikte camiyi ziyaret ettiler. Ve bu etkinlik zamanla Avusturya'da yayılarak devam etti.
Yeri gelmişken, ortaokul müdürümüz Sayın Gerhard Vorauer'i de anayım. Hepsine bu vesile ile sağlık ve esenlik dilerken, yeni yıllarını da kutluyorum. Yıllar ne de çabuk geçiyor! Bir ora bir bura derken, bir de bakıyoruz ki, Azrail ile göz gözeyiz. Şairin dediği gibi, “gitmemeye çare mi var?”
Ne mutlu o kimselere ki, hayatlarını kimden geldiği ve kime döneceği bilinci ile yaşarlar!