Müfredat, milli eğitimle inşa edilmek istenen insanın portresidir; ülkenin geleceğinde söz sahibi olacak neslin zihin kodlarıdır, yaşam tarzı şifreleridir.
Müfredat, öğretmenin yol haritasıdır. Öğretmenin varması gereken yeri gösterdiği gibi trafik işaretlerini de içerir; ona ne yapması gerektiğinin yanında ne yapmaması gerektiğini de söyler.
Müfredat, aynı zamanda bir ülkenin kimliğidir; ülkenin kendisini nasıl tarif ettiğini ve ötekiyi de kim olarak gördüğünü açıklıkla ortaya koyar.
Bu ölçüde mühim müfredatın bazı sabitlerini korumakla birlikte sürekli bir yenilenme gereksinimi vardır. Ne var ki Türkiye'de sosyal politikalar, Batı'nın himayesi altına alınmıştır. Batı, dilemediği her tür sosyal politikayı, Türkiye'de sistemin değişmesine işaret sayar ve ona müdahale hakkını kendinde bulur.
Diğer yandan Türkiye'de müfredat, Batı'ya bağımlı bir zihniyetle Anayasa'nın 42. Maddesi ve 1739 Sayılı Milli Eğitimin Temel Kanunu'nun koruması altına alınmıştır.
Bu dış ve iç korumayla müfredat, esası itibariyle dondurulmuş; gelişmelere kapalı hâle getirilmiştir.
Türkiye, bu engelleri ilk kez Turgut Özal'ın ilk başbakanlığı döneminde kısmen aştı; ders kitaplarında kaynağını milli gerçeklikten alan, bilimsel gelişmelere de uygun değişiklikler Vehbi Dinçerler ve Hasan Celal Güzel'in öncülüğünde yapıldı. Her iki bakan da ultra Batıcı bir kesimin baskısı yüzünden görevden alındığı gibi huzur içinde siyaset yapma şansını da kaybetti.
Ak Parti Dönemi'nde milli eğitimdeki değişim, müfredata rağmen yapılıyor, bu yüzden hep kısıtlı kalıyordu.
Son müfredat değişikliği ise Batı'ya, Anayasa'nın 42. Maddesi ve 1739 Sayılı Milli Eğitimin Temel Kanunu'na rağmen yapılmıştır.
Yeni müfredatı hazırlayanlar, günün gerçekliği ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın desteğiyle Batı'yı kısmen aşmışlardır. Ama onların Anayasa ile Milli Eğitim Temel Kanunu'nu aşmaları, göz ardı etmeleri beklenemez.
Müfredatta yapılan değişiklikler önemlidir. Müfredat, geçmişin zihnen ve yaşam tarzı olarak Batı'ya bağımlı, bilimin kaynağını Batı'da aradığı gibi siyasi meşruiyeti de Batı'da arayan insanı yerine Batı'nın “statik üstünlük” vasfına sahip olma ve “dinamik bilimin kaynağı” olma iddiasını sorgulayan, özüne bağlı bir insan tipi tasarlamıştır.
Ne var ki müfredat Misak-ı Milli sınırları içinde kalan, dışarıya açılmaktan, kendisini dışarıya açılmaya uygun tasarlamaktan ürken bir yaklaşımla hazırlanmıştır. Müslümanların genelini ilgilendiren hususlar içerse de ulus devleti esas almıştır; fazlasıyla milliyetçidir. Bu hâliyle içeride aidiyet bağlarını güçlendirmek isteyen, İslam dünyasına da bölgesel bir güç olarak açılmayı hedefleyen bir Türkiye gerçekliğine uymaktan uzaktır.
Buna rağmen müfredatın CHP ve Cumhuriyet gazetesi gibi yapılarca hedef tahtasına konması, bu yapıların “Batıcılık mürtecisi” olmalarından kaynaklanmaktadır. Bunlar, 19. yüzyıl Batıcılığına dogmatik bir anlayışla iman etmişlerdir; oradan uzaklaşmayı dinden çıkmak gibi görmektedirler.
Batı, çoktan aştı ama onlar, hâlâ Darwinist evrimciliğe inanırlar. Bunun için müfredatla ilgili eleştirilerinin merkezine Darwinist evrimciliği alabiliyorlar. Halkın anlayacağı bir dilden olmasa da insanın maymundan evirildiğini savunma cüretinde bulunabiliyorlar.
İnsanın maymundan evirilip Batı'da en gelişmiş şeklini aldığına inanan bir yapının zihniyeti, özü itibariyle sömürgeci ve kölecidir; Batı için “modern köle-mankurt” yetiştirmeye yönelik oluşturulmuştur. Böyle bir zihniyetin müfredatla ilgili eleştirileri, müfredatın olumlu yönde değiştiğine dair önemli bir işaret olmakla birlikte yanıltıcı olmamalıdır:
Müfredattaki değişim olumlu ama yetersizdir. Müfredat değişimi, Bakanlığa ve Bakanlığın oluşturduğu komisyonun özverisine bırakılmamalıdır. Hükümet ve Meclis, Anayasa'nın 42. Maddesi ve 1739 Sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu için harekete geçip gerekli anayasal ve yasal değişiklikleri yapmalıdır. Böyle bir değişiklik büyük fedakârlıkla hazırlanmış yeni müfredatı anayasal ve yasal zemine oturtacağı gibi daha iyi bir müfredatın hazırlanması için de zemin oluşturacaktır.