Muhammed İmara geçen hafta vefat etti.
Özellikle fikrî alanda son dönemin en büyük savunucularındandı Yüce İslâm'ın.
Doğu, hele de Batı kaynaklı akımların ve de onların içimizdeki uzantılarının saldırıları karşısında, benzerine az rastlanır şekilde, 'Fıtrat dini'ni müdâfaa ederdi.
Liberalizmin, kapitalizmin, sosyalizmin, ulusçuluğun, bölgeselciliğin, nasla çatışan akılcılığın ve bunlar gibi insan aklını esir alan sistem ve akımların hücumlarına o muazzam göğsüyle siper olurdu.
Sadece savunmakla kalmaz, bilâkis aklî, tarihî delilerle çürütür, doğru yola çağırırdı.
Ve dost düşman herkesin şehadetiyle bu hususta tam bir muvaffakiyet de elde etti.
Kuşkusuz, hayatının ilk dönemlerinde başka siyasi ve fikri akımlardan etkilenip duruşlar geliştirmişliğinin de bunda payı büyüktü.
Zira henüz ilkokul birinci sınıftayken etkilenip saflarına katıldığı, henüz on beş yaşındayken uğruna eylemler organize ettiği 'ulusçuluk' akımını iyice tanıyordu.
Akabinde tanışıp yön değiştirmesine sebebiyet veren 'marksizm'i de daha az tanıyor değildi.
Zira uğruna üniversiteden atılmış, akabinde de işkenceleri ve vahşeti ile ünlü Mısır zindanlarında beş seneye yakın yatmıştı.
Takdiri ilahi İslamî fikre evrilmesi de zindanda nasip oldu.
Hayatının beşte ikilik kısmına tekabül eden bu ilk iki süreçten sonra, artık 'İslamî' sayılmaya başladığı dönem, kendisi için dönüm noktası oldu.
Fakülteyi de ancak çıktıktan sonra bitirebildi.
Doğrusu, mezun olduğu, Hasan El Benna ve Seyyid Kutuplar yetiştirmiş Kahire Üniversitesi Darül Ulum Fakültesi öğrencisinden de zaten İslamî düşünceyi benimsemesi ve bu yolda hizmet etmesi beklenirdi.
Ve nitekim de, hamd olsun, öyle oldu.
Vefatından sonra Şeyh Karadavî onun hakkında şunları söyledi:
"Muhammed İmara bir filozofun zihnine, bir sûfînin gönlüne, bir fakîhin ölçüsüne, bir davetçinin hamasetine, bir edebiyatçının inceliğine, bir savaşçının azîmetine sahipti.
Ne fildişi kulesinde yaşadı, ne de inzivâya çekildi.
Bilâkis, İslâm düşüncesinin sınır boylarında nöbet bekleyen, her dâim uyanık bulunan bir bekçi gibi hep mücadelenin kalbinde oldu."
Müsâadenizle ben de yazıyı, kendi kendisini tanıttığı şu sözleriyle bitireyim:
"Ben Rasûlullah(sav)'a âşığım. Onun sünnet ve sîretine adanmışım. Sıfat ve şemailine bağlanmışım. Ahlâkına meftûnum. Onun azamet kapısında durmuşum. Din ve dünya ile ilgili gerçekleştirdiği değişimle büyülenmişim. Din ve daveti hususunda hamaset sahibiyim, uğruna savaşırım!"
Mevlâ rahmet eylesin!