Tarih, sinema senaryosunun yazılıp oynandığı film platolarını andırır. Rolünü oynayan kenara çekilir. Başka bir bölümde yeniden sahneye çıkıp rolünü oynamaya benzer. 1923’te Kudüslü ünlü eğitimci edebiyatçı Halil es-Sakaki Mısır gazetesi es-Siyase’de okuduğu bir yazı karşısında hayretler içerisinde kalır. Rosita Forbes tarafından yazılan ve Arapça’ya çevrilen yazıda şu iddiada bulunuluyordu.
“Arap” sakinlerin tümü servetlerini büyütmenin tek yolunun Yahudi sermaye sahiplerine bel bağlamakla ve onların projelerine bel bağlayıp güvenerek projelerinden yararlanmakla olduğunu biliyorlar. Filistin’in Siyonist ve Arap sakinleri arasında çözülemeyecek bir anlaşmazlık yok gibi görünüyor.” Bir İngiliz gezgin ve yazar olan Forbes, Filistin’de dört gün geçirmiş ve İngiltere’ye geri dönüşünde es-Sakaki’yi çok şaşırtan bu yazıyı yazmıştı. Aynı gazetede daha sonra es-Sekaki’nin Forbes’un yanıldığını göstermeye çalıştığı bir yazı yayımlandı.
“Filistin ne Kuzey Kutbudur ne de Mars gezegeni. Halkın düşünceleri apaçık ortadadır. Ulusal gazeteler, konferansların raporları, birlikler ve halkı temsil eden siyasi kulüpler, halkın düşüncelerini açıklamak için doğuya batıya giden heyetler… tüm bunlar Filistin’de bir manda yönetimini reddediyor. Belfour deklarasyonunu kabul etmiyor. Siyonizm’e direniyorlar, onların projelerini boykot ediyorlar… Tüm bunlar halkın düşüncelerini temsil ediyorsa, o zaman Filistin’den gözlerimizin önündeki bir hayalet gibi çok hırslı bir şekilde geçmiş olan bayan Rosita Forbes’un halkın düşünceleri olduğunu iddia ettiği gibi şeyleri nasıl ayırt edebildiğini anlayamıyoruz… Rosita Forbes’un bahsettiği şeyi hiç kimse söylememiştir. Yönetim ve siyonistler ellerinde Diyojen’in feneri ile ülkeyi geziyor ve bunu söyleyen birilerini arıyorlar ama tıpkı Diyojen gibi kimseyi bulamıyorlar”.
Forbes’un makalesi artık tarihin bir parçasıdır, geçmişi bugüne taşıma konusunda güzel bir vesikadır. Bu türden kaynaklar Britanyalıların gerçekliği temsil etme hakkına ve hayatlarını, düşüncelerini, görüşlerini ve tarihi anlatma ve temsil etme otoritesine kimin sahip olduğu konusunda mücadele etmekte olduklarının çok iyi farkında olduklarını gösteriyor.
Küresel siyasi güçler, 1917’deki Belfour deklarasyonundan bugüne kadar, Filistinlilerin tarihlerini ve hayatlarını şekillendirdi ve dolayısıyla aynı zamanda Filistinlileri daha büyük güçlerin egemenliği altında kişisel tarihini görmeye ve temsil etmeye zorladı. Siyasi hareketler onlara devlet statüsü getirmedi ya da siyasi iradenin davaları çevresinde toplanmasını sağlamadı. Bu arada 1948 felaketini, diasporada ya da İsrail terör çetesinin yönetimi altında yaşamı, Ürdün ve Lübnan’daki ilk savaşları, Batı Şeria ve Gazze’deki 1967’de başlayan ve halen devam eden işgali, halkın nekbe’yi hatırlayan üyelerinin yaşamlarını, ölümlerini ve Filistin devleti için verilen mücadeleyi gördüler. Mülksüzleştirme, dağılma ve devletsizliğin damga vurduğu bu varoluşta Filistinlilerin hiç eksikliğini çekmedikleri bir şey varsa da o da kişisel hikâye ve anı koleksiyonlarıdır. Fakat tüm dünyanın zorbalıklarına ve şiddet uygulamasına rağmen susmalara ve susturulmalara rağmen bunlara inat Filistin halkı kendi özgürlük tarihini yazmakta.
Filistinliler için İsrail terör Devleti’nin kurulmasından hem önceki hem sonraki hayat hakkında hikayeler anlatmak hep zor bir iş oldu ve bu zorluk devam ediyor. Ne kendilerini temsil edecek devletleri ne kritik tarihsel alanlara ilişkin resmi bir anlatıları olduğu için bir topluluk olarak kendilerini, varoluşlarını gerekçelendirecek bir birleştirilmiş koruyucu mitin anlatı gücünden yoksun olmadıkları için hikayelerini peygamberler kıblesi ve mekanı olarak öyküleştirerek kıyamlarının meşalelerini rahatlıkla yakabiliyorlar. Bu meşalenin en önemli öyküsü Kur’an-ı Kerim’de ve Tevrat’ta geçen Hz. Davut ve Hz. Talut’un sünnetullaha uygun ırkçı yaklaşımlardan uzak, dini söyleme dayalı, evrensel Ümmet fikriyatıyla hareket edip bir Yahudi kavminin ilahi öyküsü olmasına rağmen onu sahiplenip Yahudilere biz Davut ve Talut’un varisleri, sizler ise Calut’un ordularısınız söylemini taş ve sapanı silah olarak kullanmalarıyla Kudüs kıyamını destanlaştırmaktadırlar.
1967 Savaşı’ndan ve İsrail terör örgütünün Batı Şeria ve Gazze’yi (Tarihi Filistin’in) işgalden sonra, Filistin toplumunda yaşanan başka bazı değişimler Filistin’in geçmişinin yeniden değerlendirilmesini zorunlu kıldı. Bu bölgelerden gelen mültecileri niye hayat kendilerini eski evlerinden ve köylerinden ayıran sınırı aşabilmeye başladılar. Karşılarına çıkan manzaranın tamamen yıkılan köylerin, ahırlara ya da restoranlara dönüştürülen camilerin ve kiliselerin, Filistinlilerin evlerinde yaşayan bu evlere eklemler yapan terörist siyonist çetelerin üyelerinin yaşattığı şok, Filistinlilerin hatırladıkları geçmişin artık mevcut olmadığını çok acı bir şekilde gösterdi. Hatta Sakaki Haziran 1967 Savaşı’ndan bir ay sonra 4 Temmuz 1967’de şunları yazdı; “Tam 19 yıl sonra kız kardeşimle birlikte Kudüs’ün Kataman köyündeki evimizi ziyaret ettik. Çok hüzünlü bir karşılamaydı. En son genç, sağlıklı, bakımlı gördüğümüz bir sevdiğimizi; yaşlı, hasta ve perişan halde bulmak gibi bir şeydi. Daha kötüsü artık kişiliği tamamen değişmiş ve aynı kişi olmaktan çıkmış eski bir dostumuzla karşılaşmak gibiydi”.
Sömürgeci yönetimlerin, ulus-devletlerin büyümesini ve defalarca kayıtları, istatistikler, raporlar ve başka belgeler yaratan karmakarışık idari bürokrasilerin damgasını vurduğu 20. ve 21. Yüzyıllarda bize hafıza hem bireysel hem de paylaşılan deneyimlerin hem kişisel hayatta hem de topluluğun hayatında saklanmasının birincil biçimi olmaya devam ediyor.
İlahi dinlerin ana kaynakları olarak gönderilen kitaplar bile indiği dönemdeki insanlara atalarının ve babalarının geçmiş anılarından kesitler sunarken ki insan geçmişi yorumlayıp ders çıkararak bugünü inşa edip yarın için geleceğin planlarını kurmasını geçmiş kavimlerin iyiliğin ve kötülüğün sembol olmuş isimleri veya toplumları üzerinden onların anılarını ayetleştirerek kıyamete kadar kayıt altına aldırarak dünyanın ne şekilde dizayn edilmesi gerektiğini yaşayan insanlar için fikir sunar.
Anılar ve anlatma ve iletme biçimleri bağlamında da bir anlama sahiptir insanlar. Hikaye anlatma yoluyla ve yazma yoluyla başkalarına anılarını anlatırken iletişim biçimlerinin anlatı yapısı hafızanın nasıl anlayabileceğini tanımlar. Hafıza bir yere bağlanma ihtiyacı duyar. Bir kuşak’tan daha fazla yaşayacak bir yer bulabilirse bu yer anlattığımız hikâyelerde veya ölçülerde bulunabilir.
Elizabeth Tonkin, insanların geçmişleri hakkında nasıl konuştukları hakkında şöyle der “insanlar yaşadıkları deneyimleri yorumlayabilmek için eski anlayışlarını bu deneyimlere uygulamak zorunda olan toplumsal varlıklardır. Bu deneyimlerini kelimelerle aktarmaya çalıştıklarında bunun bilinen formülasyonları,na modlarına ve türlerine başvururlar. Bu durum derinlerden hissedilen deneyimlerin kişilerle dolu gibi görünmesine yol açabilir ama en özgün deneyim bile dili ve anlatı türlerinin kabul edilen kuralları yoluyla temsil etmek zorundadır”.
Bugün Filistinlilerin kendi öz yurtlarını savunmanın tarih kayıtlarını yazılı ve sözlü belgelerle dünyaya haykırmanın en iyi hikayesini sapan ve taşla sembolleştirerek Tevrat ve Kur’an-ı Kerim’de Kudüs’ün kötü ve asi insanlardan, Allah’a itaat etmeyen dinin özünü değiştiren toplumlardan kurtarmanın tek yolunun Davut (as) ve Talut (as)ın topraklarını kurtarma savaş sanatını yeniden Filistin ile özdeşleşmiş Kudüs fethinin gerçekleşmesinin geçmişin savaş öyküsünü; taş ve sapanı bugüne taşıyarak yarınlar için miras olacak özgürlük hikayesini yeniden sahnelemeleri, yerinden, yurdundan, mülkünden haksızca edilmeleri için örnek teşkil eden bir savaşın, zaferin yakın olduğu dönemin şafağındayız. Mülksüzlerin taş ve sapan ile savaşı yeni bir dünya ve yeniden İslam medeniyeti için Selahattinler oluyorlar.
Dolayısıyla modern kapitalist dünyada haksızlığa başkaldırının Talut’un savaş mirasını yeniden sahiplenmenin Yahudi zihin altyapısı için nasıl bir yıkım olduğunu tarihin ilahi öykülerini bilenler için hezimetin nasıl da Yahudi kavmi için yaklaşmakta olduğunu hissedip görebilmekteler ama bunlar için bir elin beş parmağı kadar az çoğunluk geçmişin isyanına bürünerek nasıl ki kendilerine gönderilen peygamberleri katledip kitaplarını kendi heva ve heveslerine göre şekillendiriyorlar ise de bugün geçmişin öyküsü yeniden tarih sahnesinde peygamberler varisi Filistin halkını katlederek Allah’a isyan bayrağını açmanın öncülüğünü Yahudi siyonizmi kimseye bırakmıyor. Mülksüzlüğün ne olduğunu en iyi onlar anlaması gerekip yaşadığı topraklarda isyan çıkarmamaları gerekirken bugün Yahudi mitine kurban kıldıkları Filistinlileri 1948’den beri yurtsuzlaştırarak kendi sonlarını hazırlıyorlar çünkü mülksüzlerin savaşı hep zaferle sonuçlanmıştır taş ve sapanın bilek gücüyle…
HAMAS ve İslami Cihada selam, onurlu direnişe Selahaddin’ce devam
selam ve dua ile.
Mehmet Akif İkbal