Türkiye'de haber bültenlerinin şu sıralarda değişmez iki konu başlığı var;
Birincisi; PKK ile yaşanan çatışmalar,
İkincisi; Avrupa kapılarına dayanan Suriyeli mülteci akını.
Avrupa'da ise her gün açık denizlerde boğulan ortalama yüzlercesi değil, kıtaya ulaşabilen mülteci kitleleri, medya ve siyaset dünyasını en çok meşgul eden birinci konu başlığı haline gelmiş durumundadır.
Suriye'deki iç savaş dördüncü yılını geride bıraktı. Çatışmaların başlamasıyla beraber mülteci sorunu da baş gösterdi. Suriye'ye yönelik savaş öngörüleri tutmayıp süre uzadıkça mülteci sorunu da büyüyerek bu günlere gelindi. Lübnan, Ürdün ve Türkiye'ye yönelen mülteci akını, bu ülkeleri çaresiz bıraktı. Kaldı ki ne bu ülkelerin ne de başka ülkelerin milyonlarla ifade edilen mülteci akını karşısında herhangi bir hazırlıkları, asgari standartlar barındıran mülteci politikaları da yoktu.
Açıkçası mülteci akınına uğrayan komşu ülkeler çaresiz kaldılar. 2013 yılında “Suriye Dostları” adını verdikleri ittifakın dağılmasından sonra da hem mülteciler hem de mülteci kabul etmek zorunda kalan komşu ülkeler kaderlerine terk edildiler.
Mesela Türkiye'de iki milyon Suriyeli mülteciden bahsediliyor. Bu sayı, Avrupa ülkelerindeki toplam mültecilerden kat kat fazla durumda. Türkiye, bir yandan kötüye giden Suriye politikasının faturasıyla yüzleşirken, diğer yandan da hiç hesaba katmadığı milyonlarca Suriyeli mülteciyle yüzleşmek zorunda kaldı. Avrupa'ya bu yönde yaptığı destek çağrılarının tümü karşılıksız kaldı. Oysa Suriye'nin yıkımından da, artan mülteci sayısından da Avrupa en az Türkiye kadar sorumluydu.
Türkiye'nin çoğunlukla mülteci sorunu üzerinden olmak üzere sınır bölgesiyle bağlantılı olarak güvenlik sorununu dünya gündemine taşımaya çalışması, hiçbir zaman ne Avrupa, ne de Amerika nezdinde karşılık bulmadı. Özellikle “Tampon bölge” meselesi üzerinde duran Türkiye, bir türlü Avrupa ve Amerika'yı ikna edemedi. En son imzalanan İncirlik konulu anlaşma kapsamında “Tampon bölgenin” varlığı da Türkiye ile Amerikalı yetkililerin karşılıklı zıt açıklamalarıyla muammaya dönüşmüş durumda.
Suriyeli mültecilerin Türkiye'de ağır yaşam koşulları, bugüne kadar Angelia Jolie'nin şov temalı ziyaretinden başka Batı aleminde görülmedi, karşılık bulmadı.
Hal böyle iken, ne yaşadığı güvenlik sorununu, ne de pençeleştiği mülteci sorununu bir türlü ABD ve Avrupa'ya anlatamayan Türkiye'den son zamanlarda Avrupa'ya doğru büyük bir mülteci akını baş gösterdi. Dört yıldan fazladır Türkiye'de asgari yaşam koşullarının çokça altında hayatlarını idame ettirmeye çalışan Suriyeli mültecilerin son zamanlarda kitleler halinde Avrupa kapılarına dayanması ister istemez kimi tartışmaları da beraberinde getirdi.
Avrupa, birden baş gösteren mülteci akını karşısında derin korkuya gömülürken, birden baş gösteren mülteci akınıyla ilgili tartışmalar da boy göstermeye başladı.
Bunca zamandır zor şartlarda yaşamalarına rağmen mülteciler neden bu günlerde ve organize görüntüsü veren bir hamleyle Avrupa'nın kapılarına dayandı?
Avrupalıları ve dolayısıyla Amerika'yı özellikle Suriye konusunda farklı adımlar atmaya zorlamak için aniden baş gösteren mülteci akını, bir uyarı mıdır, adım atmalarını sağlamak için mülteciler üzerinden yapılan bir politik hamle midir?
Avrupa'ya mülteci akını politik bir hamle ise, ki oluşan görüntü bu yönde, bu hamleyi kimler başlattı?
Türk medyasında iç siyasi gündem ve çatışma haber yorumlarının sıcaklığı, bu tür tartışmaları gölgelese de dünya medyası mülteci akınıyla kavruluyor. Kamuoyuna yansıtılanlar ise, daha ziyade Avrupa'nın mülteci akınına karşı takındığı insanlık dışı tavırlarla sınırlı kalıyor.
Açıkçası Avrupa'ya organize mülteci akını görüntüsü veren son durumla ilgili çok farklı senaryolar, ihtimaller dillendiriliyor. Şayet öne sürülen senaryolar ve ihtimallerin gerçeklik payı varsa ki öyle görünüyor, zaten zor durumda bulunan mülteciler, devletlerarası çıkar ilişkisinde ikinci defa figüran muamelesine tabi tutuluyorlar anlamı çıkıyor.
İhtimallere gelin;
Kimi yorumcular, tampon bölge ve mültecilerin buralarda barındırılması planını uzun süredir ortaya atan Türkiye'nin, bunu kabul etmeyen ABD ve Avrupa'ya, mülteci akını üzerinden boyun eğdirmek olarak ele alıyor. Bu ihtimalin ne derece doğru olduğu ayrı bir tartışma, ama mültecilerin Avrupa'ya geçiş kapılarından birinin Türkiye olması ve Türk tezlerinin bilinirliği, bu ihtimali güçlendiriyor.
Şayet bu akında Türkiye'nin payı varsa, Avrupa'nın şu anda kapıldığı endişe ve korku, mülteci barındırma dışında farklı adımlar atmasını da olanaklı hale getiriyor. Kısacası tampon ve mülteciler için güvenli bölge tezlerini öne süren Türkiye'nin eli, ABD ve Avrupa karşısında güçleniyor anlamı çıkıyor.
Ortaya atılan diğer bir iddia ise son dönemde Amerika ve Avrupalı müttefikleri ile Rusya-İran ekseni arasında Suriye üzerine yapılan “uzlaşma görüşmeleriyle” ilgilidir. Bu görüşmelerden şimdilik herhangi bir sonuç çıkmış değildir. Bunun yanında IŞİD bahanesiyle Amerika ve müttefiklerinin askeri yığınağına paralel olarak Rusya'nın da bir karşı hamle olarak Suriye'ye asker ve yeni techizatlar gönderdiği gerçeği söz konusudur. Burada mülteci akını bağlamında yapılan yorumlar, ABD ve Avrupa'nın, Esad yönetimini de hedef alacak şekilde Suriye'ye etkili bir askeri hamlede bulunma planının bulunduğu, baş gösteren mülteci akınının da öngörülen askeri müdahale için etkili bir gerekçe olarak kullanılacağı yönündedir. Mülteci akını, sayısal veriler göz önüne alındığında fazlaca abartılsa bile Avrupa kamuoyunda oluşturduğu etki ve büyük korku, Avrupalıların mülteci sorununun kaynağına, yani Suriye'ye bir kez daha eğilmesini dayatıyor. Hatta Batı medyasına yansıyan kimi haber yorumlara göre şu anda İngiltere ve Fransa başta olmak üzere bazı Avrupa ülkeleri, Amerikan komutasında Suriye'de rejimi devirecek şekilde etkili bir müdahaleyi tartışıyor.
Geçen zamanlarda mülteci akını bugünkü gibi yoğun olmadığı halde yeterli önlem almamakla Türkiye'yi suçlayan Avrupa ve Amerika'nın, son zamanlardaki yoğun akına rağmen Türkiye'ye herhangi bir laf etmemiş olmaları, oldukça enteresan geliyor. Hatta tam tersine, Türkiye, Avrupa'nın mültecilere karşı takındığı insanlık dışı tavırdan dolayı tepki gösteriyor, uygulamalarını yerden yere vuruyor.
Başka bir iddia ise, mülteciler üzerinden Suriye'yi insansızlaştırma politikalarının devreye sokulduğu, bu planın da siyonizmin yayılmacı ilkeleri doğrultusunda yürütüldüğü şeklindedir.
Hangi tezlerin, iddia veya senaryoların devreye konulduğunu zaman gösterecektir. Ama görünüşe bakılırsa bu kez mülteciler üzerinden yeni bir politik hamle yapılıyor. Sonu kan ve barut olacak politik hamleler için ilkin “insani gerekçeler” üretilip meşrulaştırma hedefi güdülüyor. Zaten perişan olup yerlerini, yurtlarını terk etmek zorunda kalmış mülteciler ise yeni hamlelerin gözde figüranı olarak değerlendirildiği sonucu ortaya çıkıyor.