Namaz müminin miracıdır. Miraç; tabiatı acizlik olan kulun elinden tutmak için yapılan kutlu bir davettir. Sonsuz rahmet sahibi Mevla, kulunu yalnız bırakmamış, onun şu imtihan dünyasındaki zorlukları aşması için kendisine ulaştıran pencereler bırakmıştır. İşte ilahi rahmetin ve yardımın aktığı pencerelerin en önemlilerinden biri namazdır. “Ey iman edenler, sabırla ve namazla yardım dileyin. Gerçekten Allah, sabredenlerle beraberdir.” (Bakara, 153)
Namazın miraç olduğu bilincini edinmek, onun ilahi rahmetle bütünleşme yolunda atılan adımlar olduğunu anlamak gerekir ki, kılınan namazların hayatımıza olumlu bir yansıması olabilsin, ruhumuza nurani bir gıda olabilsin ve bizi her türlü kötülüklerden koruyabilsin. “Sana Kitap'tan vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kıl. Gerçekten namaz, çirkin utanmazlıklar (fahşa)dan ve kötülüklerden alıkoyar. Allah'ı zikretmek ise muhakkak en büyük (ibadet)tür. Allah yaptıklarınızı bilir.” (Ankebut, 45)
Namaz, Allah’ın kuluna iltifatıdır; ‘haydi gel’ demesidir. Şayet O, gel demeseydi biz nasıl namaza durabilirdik? Gönlümüze o kutlu ‘haydin kurtuluşa’ nidası değdi de kalkıp namaza durduk. Kalbe ulaşan bu nidanın kulağa yansıyanı ise ezandır. Ezan; sesli, sözlü bir davettir. Ezan, günde beş kez makamların en yücesine yapılan kutlu bir çağrıdır. Her şeyin yaratıcısı, sonsuz rahmet ve merhamet sahibi Allah’ın huzuruna çağrılmak, bu çağrıyı duyup ona koşmak kadar büyük bir şeref, tatlı bir saadet olabilir mi? Suya muhtaç topraklar için yağmur öncesi gök gürlemesi ne ise, günahlarla kuraklaşmış gönüllerimiz için de ezan odur. Bundan dolayı namaz vakti geldiğinde, Resuli Ekrem(sav) Efendimiz, müezzini Hz. Bilal’e ‘Ya Bilal, kalk da (ezan okuyarak) bizi rahatlat’ (Ebu Davud, edep,78) buyurmuşlardır.
Ezan gönülleri coşturup celbeden ilâhi mûsikidir. Gönül yurdunda tevhidin egemenliğinin nişanesi ve bayrağıdır. Müslümanların yaşadıkları toprakların da fethedildiğinin, tevhide boyun eğdiğinin nişanesidir.
Namaz, kul ile Rabbi arasındaki konuşma ve iletişimin birçok türünü içeren geniş bir kapsama sahiptir. Namaza duran mümin hem beden, hem kalp, hem de ses diliyle Rabbiyle konuşur. Namaz, iki insan arasındaki malum konuşmadan çok daha yüce ve farklı bir iletişimdir.
Mümin, namaza durunca kıbleye döner. Kıble, sadece Kâbe’ye dönmek değil, hakikatte Allah’ın divanında, yüzünü O’na çevirmektir. ‘Geldim Ey Rabb, senden gayrı her şeyden yüzümü çevirip sana döndüm’ demektir.
Namaz esnasında okunan Fatiha suresi ise kul ile Rabbi arasındaki muhaveredir: “Fatiha’yı okuyan kul, ‘Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamdolsun’ dediğinde Allah, ‘Kulum bana hamdetti’ der. Kul, ‘Allah esirgeyen ve bağışlayandır’ deyince, ‘Kulum beni övdü’ der. Kul, ‘O din gününün hükümdarıdır’ deyince, ‘Kulum beni yüceltti’ der. Kul, ‘Biz ancak sana ibadet eder, yalnızca senden yardım dileriz’ deyince, ‘Bu benimle kulum arasındadır, artık kulum ne isterse olacaktır’ der. Kul, ‘Bize doğru yolu göster, nimet verdiklerinin yolunu; gazaba uğramışların ve şaşırıp sapmışların yolunu değil’ deyince Cenâb-ı Hak, ‘İşte bu yalnızca kulum içindir, isteği yerine gelecektir’ der” (Müslim, Salât, 38, 40).
Celâleddîn-i Rûmî’nin, namazda olması gereken şekil-mana bütünlüğü hakkında söyledikleriyle yazımızı noktalayalım: ‘Namaz içtedir fakat sen onu mutlaka şekillere sokarsın. Görünüşte rükû ve secde ile ona bir sûret vermek lazımdır. Bunları yaptığın zaman, ondan nasibini alır, muradına erersin. ‘Onlar, namazlarına devam ederler’ (Mearic:23) ayetindeki namaz ruhun namazıdır. Sûreten, şeklen kılınan namaz geçicidir, devamlı olmaz. Çünkü ruh, deniz âlemidir, sonsuzdur; cisim ise deniz kıyısı ve karadır; sınırlı ve ölçülüdür. İşte bu yüzden devamlı namaz ancak ruhun olabilir. Ruhun da rükûu, secdesi vardır; fakat bunları açıkça şekillerle göstermek gerekir. Çünkü mananın sûretle bağlılığı vardır. İkisi bir olmadıkça fayda vermez. Eğer kayısı çekirdeğinin sadece içini ekersen bir şey bitmez. Oysa onu kabuğu ile diktiğin zaman biter.(Fihi Ma Fih)