Mü’minler Rablerine tevekkül ederler:
“Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir, kendilerine O’nun ayetleri okunduğunda (bu, onların) imanlarını artırır ve (Onlar yalnız) Rablerine tevekkül ederler.”[1]
Tevekkül, acizliğini ilan edip başkasına itimat ettiğini izhar etmektir. Tevekkül, Allah (cc)’a güvenmektir. Tevekkül, Allah’ın takdir ettiği mukadderatın mutlaka gerçekleşeceğine inanmaktır. Tevekkül, işlerinin tedbirini aldıktan sonra takatinin üzerindeki hususları Allah’a havale etmektir. Tevekkül, en güzel vekil olan Allah’a dayanmaktır. Tevekkül, sadece Allah’tan yardım beklemektir. Tevekkül, yerine getirilmesi gereken durumları yerine getirmek hususunda Allah Resulü (sav)’nün sünnetine tabi olmaktır.
“Şüphesiz ki Allah tevekkül edenleri sever”[2] fırkasına dâhil olmak arzusu ne kadar da latif bir haz veriyor! Allah’ın sevgisine mazhar olmak, O’nun sevgisi ile şereflenmek ne yüce bir makamdır. Koruyucusu, seveni ve gözeticisi Allah olan kimse, hiç şüphesiz, büyük bir kurtuluşa ermiştir. Zira sevilen kimse azaba çarptırılmaz, hüsrana uğrayanlardan kılınmaz, sürülmez, kovulmaz.
Allah Teala, bazı hikmetlere binaen her şeyi bir nizam içinde yaratmış, kullarını da o nizam içinde imtihana tabi tutmuştur. Sabırsız kimseler ihtiyatlı davranmadıklarından veya ihtiras ve hırs ile hareket ettiklerinden mahrumiyete duçar olurlar. Hâlbuki ‘Kurtuluş anahtarı’ olan sabrı kuşanmak, üzerine düşeni yaptıktan sonra takatini aşan işleri Allah’a bırakmak hakikati pratize edilmelidir ki mahrumiyetler ve hasaretler meydana gelmesin. Mü’minler her namazın teşehhüt oturuşunda “Şahadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur” der. O’ndan başka yaratıcı yoktur, zarar ve menfaat O’nun elindedir, gerçek yardımcı O’dur şeklinde itikat ettiğinden huzur-u ilahide rahmet kapısını dua ile çalar. Her şeyin Allah Teala’nın emrinde olduğunu görür, O’na sığınır. Tevekkül ile istinat edip musibetlere ve zorluklara karşı O’na iltica eder. Dolayısıyla tam bir güven hissi duyar.
Tevekkülün mahiyeti tam olarak anlaşılmadığı zaman eksik veya farklı olarak algılanabiliyor. Özellikle halk arasında sanki biraz da ağız alışkanlığı olmuş. Mevcut tedbirleri almaksızın, elinden gelen gayreti göstermeksizin “Allah’a tevekkül ettim” demek tevekkül değildir. Bu inceliğe dikkat edilmediği zaman ve kişinin işleri arzu etmediği istikamette gittiği vakit zihinde şüpheler ve tereddütler tevellüt eder. “İşlerimi Allah’a havale etmiştim. Niçin netice olumsuz oldu?” vehmi taarruz etmeye başlar. ‘Niçin, niye’ soruları kıl kadar olan şuuru zorlamaya başlar. Hâlbuki tevekkülün mahiyeti hakkıyla icra edildiği zaman, işlerinin tedbirini aldıktan sonra gücünü aşan hususları Allah’a havale ettiği vakit mezkûr şüpheler ve problemler yol alamaz. Bir yolculuk yaptığınızı düşünün. Yanınızda atınız da var. İhtiyaçtan dolayı tek başınıza bir meskene uğramanız gerekiyor. Atınızı sağlam bir kazığa bağlamadan “Allah’a havale ediyorum. İnşaallah kaçmaz” deyip o hayvanı bağsız olarak salıvermek tevekkül müdür? Hayır. İnsanoğlu kuvvetine göre hadiselerin sıkıntılarından kurtulabilir. Hakiki manada Allah’a tevekkül edip omzundaki ağırlıkları yüce yaratıcısının kudret eline teslim ederse yükselir. Tevekkül etmezse taşıdığı dünyalık ağırlıklar onu aşağılara çeker. “Demek iman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dareyni (iki cihan saadetini) iktiza eder (gerektirir).”[3]
İnsan zayıf ve acizdir. Bununla beraber hayat yükü pek ağırdır. Rabbine itimat edip teslimiyet göstermezse manen azap çeker, iç âlemi buhranlar geçirir. Her asırda İslam düşmanları Müslümanlar üzerinde planlar kurmuş, dinlerinden ve davalarından döndürmek için çeşit çeşit entrikalar çevirmişler. Tehdit, şantaj ve korkutma yöntemlerini kullanarak sindirmeye çalışmışlar. Kimisini ölümle, kimisini zindana tıkmakla, kimisini işten atmakla tehdit etmişler. Dinlerinde sebat gösterenler bu tehditleri bilfiil yaşamışlar. Mühim değil, ameller Allah rızası için olduktan sonra gerisi laf-ı güzaf kalır. Zira zahiren sıkıntı olarak görülen bu perdenin arkasındaki gaybi güzellikler mü’minleri bekliyor.
Hz. İbrahim (as) mancınık ile ateşe atıldığı zaman, yanına Cebrail (as) gelerek “Bir şey istiyor musun?” diye sorar. Hz. İbrahim (as) da ateşe atıldığı zaman söylediği “Allah bana yeter, O ne güzel vekildir” sözüne bağlı kalarak “Bir isteğim yok” diye cevap verir. Neticede ateşe atıldığı mekân Allah’ın izniyle Hz. İbrahim (as) için bir gül bahçesi olur. Gösterdiği teslimiyet ve tevekkülden dolayı da “Sözüne bağlı kalan İbrahim”[4] şeklinde tavsif edilir. Ebu Derda (ra) anlatıyor: Resulullah (sav) buyurdular ki: “Bir kimse sabah ve akşam yedişer defa: ‘Allah bana yeter, O’ndan başka hiçbir ilah yoktur. Ben O’na tevekkül ettim. O azim olan arşın Rabbidir’ diyecek olursa, isterse bu sözleri söylerken doğru söylemiş olsun, ister yalan söylemiş olsun, onu kederlendiren her şeye karşı Allah ona yeter.”[5]
Göklerde ve yerde bulunan her şey Allah Teala’ya aittir. O’nun rahmet hazineleri bitip tükenmez. Her şeyden mustağnidir, kimseye muhtaç değildir. Bütün yaratıklar O’nun koruması ve gözetimi altındadır. İşlerin tasarrufu O’nun yed-i kudretindedir. Nitekim “Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Vekil olarak Allah yeter”[6] buyruğu bunu ifade etmektedir. Böyle bir Halık-ı Kerim’e dayanıp O’nun hükmüne razı olmak, yardımına güvenmek ebedi mutluluğa götürür. Yardımcısı Allah (cc) olan kimse zarar görmez. Peki, yardımcısı Allah olmayan kimselerin hali! .....
Boş bıraktığım yeri varın siz tahayyül ediniz. O halde bizler de Hz. Hud (as) gibi “Şüphesiz ben, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a tevekkül ettim.”[7] Hz. Şuayb (as) gibi “… (Ben) ancak gücümün yettiği kadar ıslah etmek istiyorum. Muvaffakiyetim ise ancak Allah’(ın yardımı) iledir. (Ben) yalnız O’na tevekkül ettim ve ancak O’na yönelirim”[8] demeliyiz.
“Mü’minler ancak Allah’a tevekkül etsinler”[9] ayet-i kerimesi Allah’a tevekkül etmeyi emretmektedir. Mü’minler “Allah bana yeter, O ne güzel vekildir” duasını vird edinip sadece Rablerine sığınmalıdırlar. Çünkü O’ndan başka sığınılacak bir melce yoktur. Mevcut esbabı ise kudretinin perdesi bilip riayet etmelidirler. Esbabı yalnız Allah’tan isteyip O’na minnettar olmak, tevekkül ile şikâyetlerden kurtulmak çaresine başvurmalıdırlar. Dünyevi musibetlere ve sıkıntılara karşı ‘ferahlık’ bu yolla elde edilir.
Resulullah (sav) tevekkülü dualarına yansıtırdı. Bir hadis-i şeriflerinde: “İlahi! Sana teslim oldum. Sana inandım. Sana tevekkül ettim ve yüzümü Sana döndürdüm. Sen’in yardımınla düşmanla mücadele ettim. Beni dalalette bırakmaman için izzetine sığındım. Senden başka ilah yoktur. Sen dirisin, ölmezsin. İnsanlar ve cinler ölürler”[10] buyurmuşlardır.
Son olarak, Mü’minler tehdit ve şantajlara karşı şu ayet-i kerimeyi rehber edinip kınayıcının kınamasından korkmaksızın yollarına devam etmeliler: “Onlar ki, insanlar kendilerine: ‘Şüphesiz insanlar (düşmanlarınız), gerçekten size karşı toplandılar, işte onlardan korkun!’ dediler de (bu) onların imanlarını artırdı ve ‘Allah bize yeter!’ ve (O) ne güzel vekildir!’ dediler.”[11]
İnzar Dergisi
[1] Enfal Suresi: 2
[2] Al-i İmran Suresi: 159
[3] Risale-i Nur: Sözler
[4] Necm Suresi: 37
[5] Ebu Davud
[6] Nisa Suresi: 132
[7] Hud Suresi: 56
[8] Hud Suresi: 88
[9] İbrahim Suresi: 11
[10] Buhari-Müslim
[11] Al-i İmran Suresi: 173