Münbiç'e düzenlenmesi gündemde sıcak olarak tutulan harekât, hala yapılmadığı gibi pek yapılacağa da benzemiyor. Bir yandan hazırız diğer yandan her an girebiliriz propagandası farklı şekillerde sürekli canlı tutuluyorsa da ABD ile hala anlaşılmadığına işarettir. Zira bu harekât Afrin operasyonu gibi fazla bağımsız görünmüyor. Sanki ABD ve diğer oyun kurucular oyalama taktiklerini bir şekilde sürdürüyor gibiler. Baksanıza sayın Erdoğan, Trump ile Suriye'yi görüşüyor ve hala bu hamur su götürüyor.
Derin ABD ile siyasi mekanizmanın birbirinden ayrı belki de planlı bir oyun kuruculuk tiyatrosu, Suriye konusunda hep oyalama taktiği güttüğü anlaşılıyor. Erdoğan, ‘Trump ile yeni görüştüm çekilmeleri konusunda kararlılar' derken askeri cenahtan ‘Suriye konusunda Türkiye'ye güvenilmez' diye beyanatta bulunuluyor. Biri öyle diğeri böyle…
Madem ABD tarafında bir birlik ve tutarlılık yok, bizim siyasilerimiz de ona göre bir anlayış geliştirmeliler. Bilmeliler ki ABD'den ne dost ne post olur. Çünkü uluslararası siyaset, artık dostluktan düşmanlıktan öte menfaat ve çıkar ilişkilerine bakar oldu. Bu işin baş öğretmenliğini ABD yapıyor. Erdoğan, TOBB Türkiye Ekonomi Şurası'nda da "ABD verilen sözleri tutmuyor. Obama sözlerini tutsaydı Zeytin Dalı Operasyonu'na gerek olmazdı. Trump da bunu biliyor ve teyit ediyor" dedi ya, Münbiç operasyonunun da ana hatlarını verdi. Yani ‘Trump sözlerini tutarsa operasyona gerek olmaz.' Peki tutar mı? Bilmeyiz elbet. Evet veya hayırdan çok sanki “Ha-vet”(hayır'ın ha'sı evet'in vet'i) daha uygun. Peki Erdoğan Münbiç'e girer mi? Ha-vet…
*
Bu arada ABD askerlerine yapılan saldırılar neyi amaçlıyor olabilir? Herkes bunu düşünürken, bu atakların ABD'nin çekilmemesi için yapıldığı ortak akıl olarak karşımıza çıkıyor. YPG olabilir, derin pentagon olabilir… Çünkü çekilmemek en çok bu mihrakların menfaatine görünüyor.
Bunlara rağmen Trump çekileceğim diyorsa ve Erdoğan'ın deyimiyle ısrar ediyorsa neden bu güvensizlik devam ediyor? Çünkü güvensizlik bir kere gövdeye kurt misali girmişse artık o oranda yıkımı da beraberinde getirecektir. Erdoğan'ın ABD'ye başsağlığı dilemesi hiçbir şeyi değiştirmeyecektir. Çünkü ABD bunlara alışıktır. Canı yandığında hissetme yeteneğini kaybetmiş veya menfaatini ötelemiş olmayacaktır. Her şey çıkarına bağlıdır. Yani dengesiz ve oturaksız siyaset, planlanmış bir çıkarlar ağı da olabilir. Tıpkı masası dağınık olan birinin aslında neyin nerede olduğunu bilmesi gibi. Neticede dağınıklık da bir düzendir.
*
İran Hava Kuvvetleri komutanı Tuğgeneral Aziz Nasirzade, "Hava kuvvetlerindeki genç insanlar tamamen hazır ve Siyonist rejimle çarpışmak ve onları dünyadan silmek için sabırsız." demiş.
Basın olayı böyle görüyor. Belki de şöyle demek lazım: “israil, zaten fiili olarak savaşıyor.”
Neden mi? Her ne kadar Netanyahu, İran'ın Suriye'deki askeri varlığını bahane etse de Suriye zaten bahane. Asıl hedef İran. “Bu politika ben israil'deyken de değişmiyor. Çad'a tarihi ziyaretim sırasında da değişmiyor.” diyen Netanyahu değil mi? Sadece korkulan şey yanlış kararların burnumuzun dibinde 3. bir dünya savaşına sebep verecek olması.
Çünkü böyle bir düşünceyi dile getiren Netanyahu Suriye'de İran askeri gücüne yönelik yapılan operasyonun buna sebep olabileceğini hiç düşünmeyebilir veya bilerek yapabilir. Neticede çıkar/menfaat, en önde giden siyasettir. Mesele şöyle ve böyle olsa da ‘Suriye bahane operasyon şahane' diye israil bir fırsatçılığı ortaya koyuyor. Fakat nereye kadar? İran'ı geç Rusya'yı unutmamak lazım. Ne de olsa ipin ucunda uluslararası çıkar ilişkisi ve eldeki kazanımlarını kaybetmeme düşüncesi var. Çünkü Rusya, İran değildir. İran ile ortak noktası ABD'yi sevmemeleridir.