Hak ile batılın, aydınlık ile karanlıkların ve iyiler ile kötülerin bitmeyen bir savaştır bu. Âdem ile Şeytan arasında cennette başlayan ve sonra dünyada devam eden bu mücadele kıyamet kopuncaya kadar da bu doğrultuda sürecektir.
İnsanlık tarihinin bildiğimiz dönemlerine baktığımızda, gördüğümüz şudur: Kötüler her zaman çoğunlukta olagelmiştir. Buna bağlı olarak iktidarları da daha uzun olmuştur. Dillere destan olan ve asırlar boyu anlatılagelen icraatları ise zulümleridir. Bu zulümler gerek kutsal kitaplarda ve gerekse insanların bize bıraktıkları eserlerde de önemli bir yer alırlar. Ancak değişen bir ey olmaz. İyilerle kötülerin bitmeyen savaşları hayatın her alanında sürüp gidiyor.
Hak doğru olandır. Doğru olan haktır. Doğruluk bir yoldur, dosdoğru bir yol. İyiler, doğru yolda olanlar, doğru yolda yürüyenlerdir. Bu öyle bir yol ki, dört bir yanı, yani sağı, solu, arkası ve önü de kötülüklerle, karanlıklarla sarılıdır. Bu sarılma aynı zamanda bir kuşatılma ve sürekli bir tacizdir de. Şeytanın ve onun izinde gidenlerin kuşatması ve tacizidir bu…
İyilerin dosdoğru yoldaki ilerleyişleri kötülerin onlara yönelik bitmeyen saldırıları, tacizleri ve hayatın her alanında bitmeyen zulümleri altında devam eder. Bu saldırılar o kadar şiddetlidir ki, kimi iyiler ayaklarına, akıllarına, gözlerine ve ellerine takılan engellere yenik düşerler. Kimileri de takıldıkları engellere, aldıkları yaralara ve yaşadıkları tökezlemelere rağmen alınlarının akı ile yollarının sonuna varırlar. Asıl kazananlar da onlardır. Çünkü başları dik, duruşları onurlu ve yürüyüşleri aydınlık saçaraktır. İşte onlar Musa’lardır, İbrahim’ler, Yusuf’lar, İsa’lar ve Muhammed’lerdir. İster vücutları demir taraklarla taransın, ister ateşe atılsınlar ve ister asılsınlar, kötülerin onlara her bir kötülüğü onların şahsında bir aydınlığa dönüşür ve kendilerinden sonra gelenlere yol olur.
Bugün de durum aynıdır: bir tarafta iyiler ve diğer tarafta kötüler. Bir tarafta aydınlık ve diğer tarafta karanlıklar… Çin’den Mısır’a, Amerika’dan Avrupa’ya, Filistin’den Myanmar’a ve kısaca insanın olduğu her yerde bir hak-batıl mücadelesidir sürüp gidiyor. Bizler de bu yollardan birindeyiz. Önemli olan hangisinde, kimin yanında ve kiminle olduğumuzdur.
Ancak bugünün inananları olarak bir gerçekliğimiz de var ki, Allah’ın izzetini hakkıyla ve layıkıyla kuşanmadığımız, kuşanamadığımızdır. Eğer bugün dünyanın neredeyse hiçbir yerinde güvencede değilsek bundandır. Eğer bugün ülkelerimizin işgaline, mallarımızın talanına ve kimi liderlerimizin ihanetine karşı koyamıyorsak, gerçek anlamda ümmet olamadığımızdandır.
Bunun içindir ki, küffar ülkelerimizi işgalle yetinmiyor. Kimi kardeşlerimizin canına, kiminin malına ve kimisinin her şeyine tecavüz ederken, yüzbinlerce ve hatta milyonlarca kardeşimizi de öz vatanlarında mahpus hayatına mahkûm edebiliyor.
Bilmeliyiz ki, yaşamakta olduğumuz bu olumsuzlukların çoğu bizdendir. İçinde bulunduğumuz bu zillet hali de kendi elimizle kazandığımızdır. Denebilir ki, inananların inanmayanlar karşısında aldıkları mağlubiyetler hiçbir zaman ve sadece düşmanın sayıca çok olmasından ve daha iyi donatılmış olmasından dolayı olmamıştır. Ya kibirleri veya zaafları yahut ihmal ve umursamazlıkları bu mağlubiyetleri tattırmıştır. Tıpkı günümüzdeki gibi…
Ancak Mursi bu gibi zaaflara düşmedi, günümüzün Firavunlarına karşı Musevi, Nemrutlarına karşı İbrahimi ve Ebu Cehillerine karşı Muhammedi bir duruş sergiledi. Nitekim bunun en yüce mükâfatını da aldı; Allah da kendisini şehadet ile taçlandırdı. Onlar kendilerini galip sanabilirler. Lakin Sünnetullah göstermiştir ki, dünyada da ahirette de onlara zilletten başka bir pay olmayacaktır!
Bu vesile ile Allah’a yakarışımız ve duamız, mustazafların da yüzü suyu hürmetine, Mursi’lerin şehadetlerini bizi bu derin gafletten kurtulmanın ve olumsuzluklarımızı görüp telafi etmenin ve ümmet olarak izzetimizi yeniden kuşanmamızın vesilesi kılmasıdır.