Bediüzzaman Said Nursi'nin(rh) eserlerinde en çok geçen hususlardan biri müsbet ve menfi sıfatlardır.
İbadeti/salih ameli, müsbet ve menfi diye ikiye ayırır. (2. Lema)
Kişinin iradesine bağlı olanlar yani namaz, oruç, zekat gibi ibadetleri müsbet; iradesi dışında günahlarını affettiren hastalıkları ve musibetleri ise menfi diye niteler. Ve menfi ibadetlere riya karışamaz der.
Adaleti, müsbet ve menfi diye ikiye ayırır. (10. Söz)
Her şeyin varlık ve hayatına lazım olan bütün özelliklerinin, ihtiyaçlarının ve hukukunun o şeye has olarak en uygun ölçülerde verilmesine müsbet adalet; haksızların cezalandırılıp terbiye edilmesine ise menfi adalet der. Kuşa kanat, kediye kuyruk, ağaca dal verilmesi müsbet adalet için, ihmali ve tedbirsizliği sonucunda insana acı çektirilmesi ise menfi adalet için misal olarak verilebilir.
Milliyet fikrini, müsbet ve menfi diye ikiye ayırır.(Sünuhat)
Kendi akrabasına, kabilesine, hemşerisine ve milletine fıtri şefkatten gelen ve tanıştıkça muhabbeti ve yardımlaşmayı artıran milliyet fikrine müsbet; ırkını üstün görerek, kendi milletinden olmayanı inkara ve onunla inatlaşmaya sebep olanına ise menfi der. Ve önemli bir uyarı yapar: “Şu müsbet fikr-i milliyet, İslâmiyete hâdim olmalı, kale olmalı, zırhı olmalı; yerine geçmemeli. Çünkü İslâmiyetin verdiği uhuvvet(kardeşlik) içinde bin uhuvvet var; âlem-i bekâda ve âlem-i berzahta o uhuvvet bâki kalıyor. Onun için, uhuvvet-i milliye ne kadar da kavî(güçlü) olsa, onun bir perdesi hükmüne geçebilir. Yoksa onu onun yerine ikame etmek, aynı kalenin taşlarını kalenin içindeki elmas hazinesinin yerine koyup, o elmasları dışarı atmak nev'inden ahmakane bir cinayettir.” (26. Mektub)
Cemaat disiplinini/ grup siyasetini/ hareket tarzını da, müsbet ve menfi diye ikiye ayırır.(20. Lema)
Kendi fikrini ve davasını sevip, ihlasla çalışmaya, güzel ahlakla ve hakikat ilmiyle onu temsil/isbat etme tarzına müsbet, sürekli başkasının yanlışına, hücumuna ve eleştirisine cevap yetiştirme tarzına ise menfi der.
Veya İslam beldesi dahilindeki manevi tahribata karşı iman ve Kur'an için ıslah edici olmak müsbet, hariçten gelen bir saldırıda kullanılması gereken maddi kuvvet ve öfkeyi, içerdeki Müslüman halkın yanlışına yönlendirmek ise menfi harekettir.
Yahut bir şeyin varlığının ancak onun bütün parçalarının noksansız ve şartlarına uygun biçimde birlikteliğiyle mümkün olduğunu unutmayarak, noksanları tamamlayıcı, kusurları tamir edici ve yapıcı olmak müsbet, bir varlığın bir parçasını tahriple onu komple işlevsiz kılıp iptal etmek yani tahrip ederek güçlü olduğunu göstermeye çalışmak ise menfi harekettir.
Üstadın talebelerine yaptığı son dersin de konusu budur: Orada şöyle der: “Benim Nur âhiret kardeşlerim, "ehvenüşşer"(hafif şer) deyip bazı biçare yanlışçıların hatâlarına hücum etmesinler. Daima müsbet hareket etsinler. Menfî hareket vazifemiz değil. Çünkü dahilde hareket menfîce olmaz. Madem siyasetçilerin bir kısmı Risale-i Nur'a zarar vermiyor, az müsaadekârdır; "ehvenüşşer"olarak bakınız. Daha "âzamüşşer"den(büyük şer) kurtulmak için, onlara zararınız dokunmasın, onlara faydanız dokunsun. (Emirdağ Lahikası)
Tabiri caizse bugün göz gözü görmeyen çok sisli, tozlu dumanlı ve hararetli bir seçim sath-ı zemininde maksatları sadece yıkmak, devirmek, alaşağı etmek olanların menfi hareketlerine karşı Üstadın tavsiyesini bir daha hatırlamak önemli olsa gerek. Ve kendi fikrini, doğrusunu en güzel biçimde anlatıp, bunun nümune-i imtisali olma çabası ile müsbet hareketin ne büyük ilahi ikramlar kazandıracağını da..
“Rahmân'ın kulları, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürüyen kimselerdir. Cahiller onlara laf attıkları zaman, “Selâm!” der geçerler.”(Furkan: 63)