Mehmet Emin ÖZMEN / doğruhaber / Araştırma
Tarihte Birinci Dünya Savaşı olarak adlandırılan ve 1914’ten 1918 yılına kadar devam eden harp, sadece Osmanlı Devleti açısından değil, bütün bir İslam ümmeti açısından çok yıkıcı bir şekilde sonuç verdi. Çünkü bu savaşa kadar, yıkılan bir İslam Devletinin enkazı üzerinde yeni bir İslam Devleti kurulmuştu. Her ne kadar bu devletleri yöneten hanedanlar arasında gayri İslami tavır ve davranışlar sergilenmiş olsa da halk arasında İslam Şeriatı ile hüküm ediliyordu. Ancak Birinci Dünya Savaşı sonrasında imzalanan anlaşmalar ve gelişmeler neticesinde İslam coğrafyası parça parça edilmiş, Osmanlı enkazı üzerinde kurulan Türkiye Devleti, laik bir rejim benimseyerek İslamı devlet yönetiminden çekip almış, kurdurulan diğer devletler de Batı’nın kuklaları tarafından idare edilen dikta rejimlere dönüşmüştü.
Mondros Anlaşmasının uygulanması aşamasında, Osmanlı’dan umudunu kesen Müslüman halk, içten gelen reflekslerle kendi beldelerini korumaya çalıştı. Çünkü İslam Ümmeti yok olmayla karşı karşıya kalmıştı. İslam’ın zulme rıza göstermeyen yapısı onları gayrete getirip Urfa, Antep, Maraş ve benzeri yerlerde halk, ülkeyi İngiliz, Fransız, Yunan, Ermeni, bilcümle tüm Batı’ya karşı koruma savaşı başlattı. Savaşın sonucunda bir İslam devletinin kurulmamış olması, onların mücadelelerinin İslami olmadığı anlamına gelmez.
Yapılan mücadelenin ne kadar İslami olduğu hususunda, Maraş’ın işgal edilmesi karşısında tepki veren, bu tepkisini “Alem-i İslam’a Hitap” diye bir beyanname ile yayınlayan ve Yrd.Doç.Dr. Dursun GÖK, Yrd.Doç.Dr.Osman AKANDERE, Yrd.Doç.Dr. Osman SÖNMEZ ve Yrd.Doç.Dr. Yaşar SEMİZ tarafından hazırlanan, Selçuk Üniversitesi’nin Tarih Bölümünde ders kitabı olarak okutulan eserden aynen alacağım Hukukçu Mehmet Ali KISAKÜREK’in şu sözleri bizlere bir fikir verebilir: “Ey Millet-i Necibe-i Osmaniye. Bin üç yüz seneden beri Hazret-i Allah’ı ve Peygamber-i Zişan’ını hizmet ile razı ettiğin bir din ölüyor. Yani ecdadının kanı pahasına feth ettiği bir kalenin burcu barosundaki (bayrak direği) al sancağın bu gün Fransızlar tarafından indirilip yerine kendi bandıraları konuldu. Şimdi acaba bunu yerine koyacak sende birkaç yüz İslam gayreti hiç mi yok? İğtişaş (coşkunluk) etmeyelim. Yalnız pürvekâr (ağırbaşlılıkla) ve azamet olarak al al sancağımızı yerine koyalım. Tekrar kemal-i muhabbetle yerimize avdet edelim. Korkma, korkma seni buradaki birkaç Fransız kuvveti kıramaz. Sen mütevekkilen Allah’a kendi mevcudiyetini gösterecek olursan, değil birkaç Fransız kuvveti hatta bütün Fransız milleti kıramaz. Buna emin ol. Şöyle bilmek lazım ki, muzaffer bir kalenin üzerinde bir yabancı bayrağın dalgalanması ile kılacağın namaz sakattır. (düşmüş, hükümsüz) Haydi, haydi vakit tamam, burada göstereceğin fedakarlık Kabe yolunda yeşil sancağın gölgesinde can vermeye benzer. Ey Ulu Müslüman.”
Batı alemine karşı halkın kahramanca kendi din, namus ve ırzlarını korumaları, verilen savaşa rengini vermiştir. Bu kahramanlardan biri de Maraş’ta Sütçü İmam olarak tanınan kişidir. Sütçü İmam’ın asıl adı İmam (Ali olduğunu söyleyenler de var), süt satarak geçimini sağladığı için "Sütçü" lakabı verilmiştir. Sütçü İmam, 1871 yılında Maraş`ın Fevzi Paşa Mahallesi`nde dünyaya geldi. Babası Kireççi Ömer, annesi Emine Hanımdır. Tiyekli Oğlu Hoca`dan ders almıştır. Tahsilini devam ettiremeyerek Uzun Oluk mescidinin müezzinliğini ve imam hatipliğini yapmıştır. Adının yanında mesleği de imamlıktı. Beş vakit namaz haricindeki vakitlerini süt sattığı dükkanında geçiren Sütçü İmam; “İslamiyet, maişet için çalışmayı da bir nevi ibadet kabul eder ve Allah boş duranları sevmez” sözlerini yerine getirmeye çalışırdı. Osmanlılar zamanında, her mesleğin bir üniforması olduğu için, üniforma mahiyetindeki imamet sarığı devamlı başında dururdu. Üç kız bir erkek çocuğu vardı.
Kendisini bir direnişin sembolü haline getiren olayı ise yukarıda adları zikredilen akademik heyet şöyle özetler: 30 Ekim 1919 tarihinde Fransız Yüzbaşı Fouguet komutasında 412. Alaydan yarım bölük, Ermeni alayının birinci taburu ve bir sipahi takımı ile Maraş işgal edildi. Bu durumdan cesaret alan Ermeniler azgınca hareketlerde bulunuyorlardı. Maraş sokaklarına dağılarak Müslümanlara hakaret ediyor, din ve mukaddesata dil uzatıyor; Fransız askerleri de onlara destek oluyorlardı. İçki içip sarhoş sarhoş sokaklarda taşkınlıklar yapıyorlardı.
31 Ekim 1919 günü olayların artık patlak vereceği gündür. Bu günün ikindi vaktinde Ermeni askerlerinden bir grup Uzunoluk Hamamından çıkan kadınlara saldırarak; “Burası artık Türklerin değil! Fransız memleketinde peçe ile gezilmez.!”diyerek bir kadının peçesini zorla kaldırıp ilişmek istedi. Hadiseyi kahvehanede izleyen yerli halk, duruma derhal müdahale ettiler. Fransız üniforması giymiş işgalcilere nasihat kar etmeyince, Çakmakçı Sait ve Gaffar adlı şahıslar kadınları işgalcilerin ellerinden kurtarmaya çalışırken dipçik ve kurşunla ağır yaralandılar.
Bütün bu olanları soğukkanlı bir şekilde seyreden Uzunoluk Camii’nin müezzini Sütçü İmam; “Durun bre densizler! Durun bre köpek soyları! Gün namus günüdür.” diyerek çektiği silahını düşman askerlerine boşaltır. Ermeni bir asker yere yığılır. Diğer askerlerin toparlanmasına fırsat vermeden Sütçü İmam, Nalbant Bekir’den aldığı emanet atla şehirden uzaklaşır ve Ağabeyli köyündeki Beyazıtoğlu Muharrem Bey’in yanına gider. Her ne kadar onu yakalamak için operasyonlar yapılsa da Sütçü İmam yakalanmaz.
Bu olayda Çakmakçı Said şehit düşmüş, yaralanan Ermeni ise ölmüştü. 1 Kasım 1919 tarihinde ölen Ermeni için büyük bir cenaze töreni düzenlendi Olayın intikamını almak isteyen Ermeniler sağa sola ateş ederek masum insanları şehit ettiler Bu arada yerli halkı öldürüp, kadınlarını alacaklarını, camilerine çan takacaklarını söylemeye başladılar Fransızlar da misilleme hareketlerine girişerek Sütçü İmam`ın dayısının oğlu Tiyekli oğlu Kadir`i şehit ettiler.
1 Kasım 1919`da Ermenilerin yaptıkları cinayetler artarak devam etti. Bu arada Kuyucak Kümbet, Çiçekli ve Haydarlı mahallelerinde toplanan Ermeniler, silahlanarak Türk askeri kıyafetlerinde olmak üzere Müslümanları yakalayıp işkence etmeye başladılar. Maraşlıların gitgide sabrı taşıyordu.
Ahali Sütçü İmam’dan aldıkları cesaretle destansı bir mücadele verdi. Durumun kendileri için kötüye gittiğini gören Fransızlar, 10-11 Şubat 1920’de şehri boşalttılar. Ermeniler ise önce Maraş’ın kuzeyindeki Zeytun havalisinde savunma tedbirleri aldılar. Fakat daha fazla dayanamayarak 22 Haziran 1921’de teslim oldular.
Tüm bu mücadeleler esnasında Sütçü İmam üzerine düşeni yaptı ve Fransızların 12 Şubat 1920 sabahı Maraş’ı terk etmesiyle şehre döndü. Maraş Harbinden gazi olarak çıkan Sütçü İmam’a, Maraş Belediyesince kaledeki topun idaresi verildi. Sütçü İmam, 1922 Kasımında bu vazifeyi yaparken barutun ateş almasıyla yaralandı. Derhal tedavi altına alındıysa da iki gün sonra 25 Kasım 1922’de vefat etti.
İslam Tarihinin Medine döneminde, Sahabe bir kadının çarşafına, Beni Kaynuka Yahudilerinden bir grup el uzatmış, durumu gören bir Müslüman tahammül edemeyerek, Yahudi’nin üzerine atlamış, onu öldürüp kendisi de şehit düşmüştü. Tesettürün önemi, namusun kutsallığı ve Yahudilerin bu ihanetine karşılık Allah Resulü (sav) savaş kararı almıştı. Ashabın bu asil davranışını kendisine rehber edinen Sütçü İmam da aynı duygularla Müslüman kadının tesettürüne sahip çıkmış, bu olay Maraş’ın kurtuluşu için sembol olmuştu. Heyhat ki tesettür için varını yoğunu ortaya koyan bir neslin mirasçılarının kurduğu Cumhuriyette tesettür hala birçok yerde yasak durumdadır. Hatta daha düne kadar Sütçü İmam adına kurulan üniversiteye tesettürlü öğrenciler alınmıyordu.
Ne çelişki ama.