Doksanlı yıllarda Avrupa'da epeyce dolaşmış, sohbetler düzenlemiş, etkinliklere katılmıştım.
Bir defasında benden sonra gelen muhterem bir dostla birlikte camileri ve dernekleri dolaşıyor, Müslümanlarla dertleşiyorduk.
Türkiye'den gelen dostumuzun oradaki kardeşlerimize sordukları dikkatimi çekmişti.
-Rüyalarınızda genellikle nerede oluyorsunuz? Memleketinizde mi, Avrupa'da mı diye soruyordu.
Belirli bir yaşta olanlar rüyalarında hep kendilerinin Türkiye'de olduklarını söylediler.
Öğrencilerin büyük bir kısmı, özellikle Avrupa'da doğanlar da kendilerini hep şu an yaşadıkları ülkede, yani Avrupa'da gördüklerini söylediler.
İkinci soru olarak da öldüklerinde nereye gömülmek istedikleriydi. Çoğunluğa yakın bir kısmı Türkiye'ye gömülmek istediklerini söylediler.
Aradan yirmi yıldan fazla bir zaman geçti, zannedersem rüyalarında kendilerini Avrupa'da görenlerin, ölünce oraya defnedilmek isteyenlerin sayısı oldukça artmıştır.
Belirli bir döneme kadar Batıda çalışanların bütün birikimleri daha çok Türkiye'ye yönelikti. Biraz sermaye edindikten sonra Türkiye'ye dönmek ve hayatının kalan kısmını ülkesinde geçirmekti.
Şimdi bu durum büyük oranda değişmiş durumda, Müslümanların önemli bir bölümü kendilerini orada kalıcı görmekte ve ona göre bir hayat kurmaktadır.
Hele İngiltere'de yaşayan Pakistan ve Hindistan kökenli Müslümanlarla Fransa'da yaşayan Kuzey Afrika kökenli Müslümanlar kalıcı olduklarına dair kararlarını çok daha önceden vermişlerdir.
Müslümanlar Avrupa'da kalıcı mıdırlar, geçici midirler? Bu soru başta Türkiye olmak üzere İslam dünyası için hayati bir sorudur.
Çünkü izleyecekleri siyasetin temel taşını bu soruya verilecek cevap teşkil etmektedir.
Kaldı ki Avrupa'daki Müslümanlar sadece İslam dünyasından oraya gidenlerden ibaret değil, bugün önemli oranda Avrupa'nın yerli Müslümanları da söz konusudur.
Varsın birileri ne düşünürse düşünsün, İslam Avrupa'nın ayrılmaz bir parçasıdır. Aslında bu yeni bir şey değil, İslam'ın ilk dönemlerinden itibaren böyledir.
Durum böyle olunca bizler konuşurken bütün bunları göz önüne alarak konuşalım.
Hatta bırakalım, oradaki Müslümanlar konuşsunlar, onlar ne diyeceklerini, nasıl konuşacaklarını Türkiye'de yaşayan bizlerden çok daha iyi bilirler, daha doğrusunu konuşurlar, daha isabetli tavır sergilerler.
Başta Hollanda olmak üzere orada yaşayan insanımızın inanınız ki buradan esip gürleyen siyasetçilerimizden, medya çığırtkanlarımızdan çok daha iyi kararlar alacakları kanaatindeyim.
Elbette mesele sadece orada yaşayan insanımızla başlayıp bitmiyor, Türkiye'nin, İslam dünyasının onuru da söz konusudur.
Hatta Türkiye'den yükselecek onurlu ve basiretli söz ve tavırlar orada yaşayanlara destek de olacaktır.
Fakat bunun zıddı da mümkündür. Yani siyasilerimizin ve medyadaki çığırtkanlarımızın hamasi veya uyuz söylemleri oradaki insanımızın yerini daraltabilir, hayatı onlara zehir edebilir, onları güç duruma düşürebilir.
Demek istediğimiz odur ki, konuşurken de, susarken de gerçekten kırk defa düşünerek konuşmalı veya susmalıyız.
Bu aynı zamanda büyük olmanın da gereğidir. Mademki şu günlerde hep büyük olmaktan bahsediyoruz, büyük ve güçlü Türkiye'den bahsediyoruz, büyüklüğe oynuyoruz.
Gelin büyük olalım, sorumlu büyük olalım, akıllıca büyük olalım.