GAZİANTEP - Son dönemde yargıda yaşanan gelişmeler ve Müslümanların mağduriyetini hükümet tarafından yapılan son düzenlemeleri ve Müslümanların bu düzenlemelerden ne oranda etkileneceğini İLKHA olarak uzun yıllar İslami davalarda avukatlık yapan hukukçu-sosyolog Hüseyin Kurşun'a sorduk.
Kurşun, 12 yıllık AK parti iktidarında Demokratik örgütlenme ve faaliyet yürütme hakları çerçevesinde farklı ideolojik yapılanmaların durumlarında hukuki düzenlemelerle büyük oranda iyileştirmelere gidilirken Müslümanların mağduriyetlerinin artarak sürdüğüne dikkat çekti.
Hüseyin Kurşun ile yaptığımız röportajın tamamı:
Sizce iktidar tüm cemaat, grup ve sivil toplum kuruluşlarına eşit davranıyor mu?
AK Parti gerçekten muhafazakâr bir partidir. İslam ile ilişkisi ise post modern düşüncenin evinde kiracı konumunda olan, yani inanç ve ibadet boyutunun dışında içeriği tamamen postmodern kültür ve yaşam biçimine göre dönüştürülmüş İslam'ı politik çıkarlarına göre muhafaza etmekten ibarettir. Dikkat ederseniz AK parti, politik çıkarlarına hizmet eden ve İslam'ı kendi anladığı ve yaşanmasını istediği gibi anlayan ve yaşayan Müslümanlarla iyi geçinmekte, faaliyetlerine hoşgörü ile bakmakta hatta onların önünü açmakta iken kendi İslam anlayışını reddeden örneğin oy kullanmayan, rejime itiraz eden ve partisinin politik çıkarlarına İslam’ı kurban etmeyen Müslümanlara karşı ise ötekileştirici ve ayrıştırıcı bir gözle bakmaktadır.
Ergenekon, PKK-KCK ve birçok sol-Marksist suç örgütleri için yapılan hukuki düzenlemeler neden Müslümanları kapsamıyor?
Dolayısıyla belirttiğimiz bu ikinci kategorideki Müslümanların AK parti iktidarında mağduriyetleri devam etmiştir. Başka bir deyişle bu Müslümanların 28 Şubat'ı hiç bitmemiştir ve biteceğe de benzememektedir. Şu an İslami davalarda "silahlı terör örgütü" yöneticisi ve üyesi olmak suçlaması ile yargılanan ve mahkûm olan, aldığı mahkumiyet kararı neticesi cezaevinde olan Müslümanların sayısı inanın 28 Şubat Sürecinde aynı hukuksuzluğa tabi olan Müslümanlardan daha fazladır. Bunu durumu abartmak için söylemiyorum istatistiki veriler bağlamında söylüyorum. Bu gerçekten çok vahim ve paradoksal bir trajedidir. Gelinen süreçte AK parti, kendisinden olmayan Müslümanları da ikiye ayırmış,"Paralel Yapı" olarak etiketlediği Gülen grubunu ve kendisine ve rejime inancı gereği karşı olan Tevhidi çizgideki Müslümanlardır. Paralel Yapı olarak etiketlediği kesim ile aslında çizgisi aynıdır. Aradaki mesele ve ihtilaf iktidarın paylaşımı ile ilgilidir ve her an politik bir manevra ile eski günlerdeki gibi "dost" olabilirler ama Tevhidi Müslümanlarla yıldızının barışmayacağını Milli Görüş geleneğinden gelen biri olarak başbakan çok iyi bilmektedir.
Süreçte sürekli demokratikleşme paketlerinden ve 12 Eylül Anayasasından kurtulma amaçlı hukuki düzenlemelerden bahsedilmesine rağmen İslami çevreler neden bu durumdan pozitif etkilenmedi?
Adına "demokratikleşme paketi" denen temel hak ve özgürlüklerin genişletilmesi adına yapılan periyodik yasal düzenlemeler maalesef mağdur durumda olan Müslümanlar lehine hiç bir hüküm içermemekte daha çok PKK ve KCK ile laik-Kemalist çizgide olanların hukuksal durumlarını iyileştirmektedir. AK parti iktidarının politik çıkarları da bunu gerektirmektedir. Zira iktidarının devamı için bu iki kesimin dışarıda olmasını AK parti kendi geleceği için politik bir gereklilik olarak görüyor diye düşünüyorum. Bu düşünceme karşı olanlar olabilir ama şu kadarını söyleyeyim, iktidar demokratikleşme paketleri ile Kürt sorununu çözmek, BDP'nin siyasal varlık gerekçesini bu sayede ortadan kaldırmak ya da en azından zayıflatmak istemekte ve bu arada Kürt seçmenin de daha fazla oyuna almak isterken aynı zamanda bu iki kesimin İslam karşıtı söylemleri üzerinden de Müslümanları siyasal anlamda kendisine bağımlı kılmak istemektedir. Dikkat ederseniz Ergenekon ve Balyoz darbe girişimlerinde bulunduklarına hükmedilen bazı kimselerin (Doğu Perinçek, Çetin Doğan vs.) cezaevinden çıktıktan sonra yaptıkları İslam'a ve Müslümanlara hakaret içeren konuşmaları aslında AK parti propagandası olarak okunabilir. Oysa cezaevinde mahkumiyet hükmünü çeken ve tutuklu ya da tutuksuz yargılanmaları devam eden Müslümanların mağduriyetinin demokratikleşme paketiyle çıkacak yasal düzenleme ile sona ermesi AK parti iktidarına hiç bir şey kazandırmayacak bilakis zararına olacaktır. Zira AK partinin "içerden" gelecek bir muhalefete kesinlikle tahammülü yoktur. Kısaca AKP'nin "yok mu dinime küfreden" diyebileceği bir muhalefete ihtiyacı vardır.
Peki, uzun yıllardır hapse mahkûm edilen Müslüman mahkumlara yönelik yapılması gerekenler nelerdir?
Müslümanlara verilen mahkûmiyet hükümlerinin hepsi tamamen "Silahlı Terör Örgütüne Üye Olmak" ya da "Silahlı Terör Örgütü Yöneticisi" olmak iddiasıyla verilmiştir. Gerek Devlet, gerekse de bu davalarda hüküm veren mahkemeler Türkiye’de en azından 15- 20 yıl önce yaşanan bir kaç lokal olay dışında silahlı olan ve şiddeti bir yöntem olarak benimseyen hiç bir İslami cemaatin, grubun ya da hareketin olmadığını çok iyi bilmektedir. Dolayısıyla verilen mahkumiyet kararları Terörle Mücadele Yasası'nı uygulamakla görevli mahkemelerin (dün DGM'ler ve Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri bu gün ise normal Ağır Ceza Mahkemeleri TEM tarafından hazırlanan teknik ve fiziki tepelerinin "şeriat devleti tehdidi algılaması"na dayanan sübjektif siyasi yorumuna dayanmaktadır. Tabi ki mahkemelerin bu algılarını bu davalarda verilen kararları temyizin inceleyen Yargıtay 9.Ceza Dairesi kararları beslemekte ve haklılaştırmaktadır.
Sorun aslında "terör" suçunun doktrinde ve Yargıtay içtihatlarında bir "tehlike" suçu olarak görülmesi olup bu tehlikenin rejim karşıtı İslami cemaat ve gruplarda potansiyel olarak var olduğu ve bu tehlikenin önlenmesi için ceza vermenin herhangi bir silahlı eylemi gerektirmediği inancıdır. Esasen devlet aklı ve bu aklın muhafızı olan mahkemeler deyim yerinde ise Müslümanlara bir deli gömleği giydirmiştir. Müslümanlar zoraki giydirildikleri bu deli gömleğinden kurtulmak için gerek hukuksal alanda gerekse de medya alanında seslerini yükseltmeli ve kamuoyu ve baskısı oluşturmalıdırlar. Özellikle Anayasa Mahkemesinin Ergenekon, Balyoz ve Devrimci Karargah Örgütü davalarında mahkum olan kişilerin yapmış olduğu bireysel başvurularda verdiği yeniden yargılanma hakkı kararlarının aynı durumda olan İslami dava mağdurları için de verilmesi gerektiğini Anayasa'nın eşitlik ilkesinden hareketle savunmalı ve bu hususta İslami cemaatler, gruplar, dernekler ve vakıflar tüm imkanlarını (basın yayın organları, alimler, yazarlar, aktivistler, hukukçular) seferber ederek geniş bir kamuoyu oluşturmalı ve seslerini siyasal iktidara ve meclise (yasama organına) duyurmalıdırlar. Ama maalesef bu güne kadar düşük katılımlı bir kaç basın açıklaması ve haber dışında bu manada ciddi bir adım atılmadı.
Hükümetten atmasını beklediğiniz adımlar nelerdir? Yeniden yargılamalar hakkında neler söylemek istersiniz.
Hükümetten en başta atmasını istediğim adım "demokratikleşme paketi" bağlamında bir kesime tanıdığı sağladığı hak ve özgürlükleri İslami dava mağduru Müslümanlara da sağlamasıdır. Parti ismindeki "adalet" ve politikalarında "tutarlı" olma kaygısı varsa bunu kesinlikle yapmalıdır. Aynı zamanda bu adım, desteğini büyük oranda dindar Müslümanlardan alan hükümet için bir samimiyet testidir. Fethullah Gülen Hareketi, Cemaati, Camiası aslında burada kendilerini tanımlama konusunda bir kriz içindeler küresel liberal ekonominin işleyiş mantığıyla kendisi dışındaki tüm İslami yapılanmaları dışlamış ve hep Müslümanların karşı olduğu bölgesel ve küresel güç odakları ile iş tutmuştur. Gücü, İslam’ın adalet anlayışı ve akidesinden bağımsız seküler bir olgu olarak küreselin tanımı ile tanımlayan bu hareket maalesef sahip olduğu gücü genelde kendisi dışındaki İslami oluşumları yok etmek için harcamış ve en son hükümetle olan iktidar kavgasında bu gücünü hükümete karşı da kullanmıştır.
Yargıda etkin olan Paralel yapının Müslümanlara dönük keyfi uygulamaları hangi sonuçları doğurdu? Cezaevinde veya sürgünde olan Müslümanların aileleri ve yakınları bu durumdan nasıl etkilenmektedir?
Hükümete sağladığı destek ve hükümetin de kendisine sağladığı imkânlarla emniyet ve yargı başta olmak üzere birçok kurumda geniş bir kadrolaşması içinde olmuştur. Kendisi dışındaki muvahhit Müslümanları "terörle mücadele" adı altında ezen ve sindiren bu hareketin mağdurları şu an cezaevlerindedir. Ancak burada şu hususa da açıklık getirmeme izin verin, Türkiye’de Müslümanlara yapılan zulüm yeni bir hadise değildir. Ayrıca İslami davalarda ceza isteyen savcının ve ceza veren hâkimin AK partili olması ile paralel yapının adamı olması arasında bir fark yoktur. Zira gerek AK partinin gerekse de paralel yapı denen hareketin tevhidi Müslümanlara karşı tavrı hep Paralel olmuştur. Bu manada ben şahsen muvahhit Müslümanlara karşı paralel yapının hükümet ve Fethullah Gülen Hareketi olduğunu düşünüyorum. Zira aylardır aleyhlerinde yazılan çizilen, başbakanın her konuşmasında veryansın ettiği, devleti uluslararası güçlere satmakla, devletin mahremiyetine tecavüz etmekle suçladığı bu yapıya emniyet kaç operasyon yapmış, kaç tane üyesi hakkında dava açılmış ve kaç kişi tutuklanmıştır. Koca bir hiçle karşı karşıyayız. Bırakınız bunları hareketin başındaki Fethullah Gülen’in istinabe yolu ile dahi ifadesi alınmamıştır. Gülen hareketi hala hükümeti tehdit etmekte ve hükümete meydan okumaktadır. Neden? Çünkü AK parti bu yapıyla iş ortaklığı yapmıştır. Hukuki olarak üzerine giderse bedel ödemek zorundadır. Ellerindeki bilgi ve belgeler hükümeti dağıtacak boyuttadır.
Son olarak mütedeyyin mahkûmlara ve ailelerine neler tavsiye edersiniz.
Cezaevinde ve sürgünde olan Müslümanlar ve aileleri için bu durum tabiî ki ancak hak yolda olmanın verdiği imani şuurla izah edilebilecek ve atlatılabilecek bir imtihandır. İslami davadan dolayı içerde olan Müslümanlara ve ailelerine dışarıda olan Müslümanların kesinlikle maddi ve manevi anlamda destek olması ve onları yalnız bırakmaması gerekir. Cezaevinde olan Müslümanların bu durumunun cezaevine giren Müslümanlardan kaynaklanmadığı ve tamamen sistemden kaynaklandığını bilmeleri gerekir. Bu durumda olan Müslümanlara yardımla ilgili birçok ayet ve hadis olmakla birlikte aklımda kalan bir hadisi paylaşmak istiyorum müsaadenizle; Abdullah b.Ömer’den rivayetle Resulullah sallallahu aleyhi ve selem şöyle buyurmuştur: “Müslüman Müslüman'ın kardeşidir. Ona zulmetmez ve onu tehlikede yalnız bırakmaz. Kim bir Müslüman kardeşinin ihtiyacını görürse, Allah da onun ihtiyacını görür. Kim bir Müslüman’ın sıkıntısını giderirse, Allah da kıyamet gününde onun sıkıntılarından bir sıkıntıyı giderir. Kim de bir Müslüman’ın ayıbını örterse, Allah da kıyamet günü onun ayıbını örter.” Yardım edilecek Müslüman hele hele Allah'ın (c.c) dinine insanları davet ettiği için zulme uğramışsa bu yardımın gücü yeten her Müslüman’ın üzerine farz olduğu konusunda ehlisünnet âlimleri görüş birliği içindedir. (İbrahim Kolyiğit - İLKHA)