Hatırlıyorum… Gençlik yıllarımda İslami mücadelenin, İslami faaliyetlerin içindeki ağabeyleri hatırlıyorum. Ne kadar samimi, ne kadar gayretli, ne kadar fedakâr insanlardılar! (Ki bu ağabeylerden bazıları hala aramızda ve aynı ihlasla davaya sırt vermeye devam ediyorlar.) Çoğu fakirdi, daha doğrusu dünyalık için çalışacak vakitleri yoktu. Zekiydiler, girişkendiler, isteseydiler dünya ayaklarına koşa koşa gelirdi. Ama enerjilerini kasa ve masadan çok Allah yolunda harcadıkları için buna fırsatları olmuyordu. Öyle bir beklentileri, öyle bir arzuları da yoktu. Üstad Bediüzzaman’ın tabiriyle toplumun imanını kurtarmaktı tek dertleri. Dertlerini seviyorlardı.
Zenginler yok muydu aralarında? Elbette vardı. Mal mülk sahibi olanlar, makam mevkii olanlar, köy sahipleri, aşiret reisleri, tüccarlar, müdürler, memurlar da vardı. Onların da hayatı sade ve yoksulcaydı. Sahip oldukları dünyevi imtiyazları davanın hizmetine sokmaktan çekinmiyorlar, imkânlarını dava için seferber ediyorlardı. Dünya onlar için amaç değil araçtı.
Aradan uzun yıllar geçti. Köprülerin altından çok sular aktı. Dindarların, dava sahibiyim diyenlerin imkânları arttı. Müslümanlar zenginleştiler. Lüks arabaları, apartmanları, onlarca kişiyi çalıştırdıkları ticarethaneleri, fabrikaları, imalathaneleri oldu. Siyasi ve ekonomik olarak güçlendiler.
Bu imkânların dava için, Allah’ın dininin ihyası için seferber edilmesi beklenirken ne yazık ki kişisel zevkler ve arzular için seferber edildi. Dünya araç olmaktan çıktı, amaç haline geldi. Bir zamanlar dava için koşturanlar, gecelerini gündüzlerine katıp toplumun imanını kurtarmak için çırpınanlar şimdi aynı gayret ve çabayı kasa, masa ve nisa için yapıyorlar artık. Birçoklarının toplumu, gençliği irşat, ihya diye bir derdi kalmadı. Bu dert artık bizi ilgilendirmiyor. Sohbetlerimizin konusu artık hep ticaret oldu.
Dünya nimetlerinden faydalanmayalım mı? Güzel bir işimiz, güzel bir arabamız olmasın mı? İyi evlerde oturmanın ne zararı var? Bence de yok! Allah meşru daireler içerisinde dünyevi nimetleri istememizi yasaklamamış. Dünyada da güzellik, ahirette de güzellik isteyin diyor yüce yaratıcı.
Ancak dünya, dünyevi nimetler amaç değil araç olmalı bizim için, hayatımızın hedefi haline gelmemeli. Sahip olduklarımız, imkânlarımız, imtiyazlarımız, paramız, evimiz, arabamız, ticaretimiz, makamımız bizleri dinimiz için mücadele etmekten, davaya hizmetten geri bırakmamalı. Bunları kaybetme korkusuyla geri durma arayışına sokmamalı.
Yeri gelince davamız için makamı da kasayı da masayı da kaybetmeyi göze alabilmeliyiz. Hayatımızın hedefi Allah olmalı, O’nun rızası olmalı, davaya, İslam’a hizmet olmalı. Dünyayı isteyelim ama bizleri İslami ideallerimizden uzak tutmaması şartıyla. Yeri gelince her şeyden vazgeçmeyi bilmemiz şartıyla.
Eğer sahip olduklarımız bizleri düşman karşısında zillete düşürecekse, davadan geri bırakacaksa, tolumun ifsadı karşısında duyarsızlaştıracaksa, korkak ve ürkek zavallılar haline getirecekse, tebliğ ve irşat için vakit bırakmayacaksa onlardan vazgeçebilmeliyiz. İsmaillerimizi kurban etmeden hedefe ulaşamayacağımızı bilmeliyiz.
Bu anlamda Müslümanların, dindarların dünyayla imtihanı ne yazık ki zorlu geçiyor. Birçoklarımız imtihanın daha başındayken kaybedenlerden oluyor, yolun yarısında dökülüyoruz. Aman ha dikkat! Şeytan pusuda, zaaflarımızdan yararlanmak için gözlerini dört açmış. Cennet hayalleri kurarken cehenneme yuvarlanmak işten bile değil. Aman dikkat!