İSTANBUL - Hizbullah Cemaati Lideri Edip Gümüş’ün Müslümanlar arasında vahdetin sağlanmasına yönelik açıklamasına destekler devam ediyor. Hizipçiliğin Müslümanlar arasındaki vahdete engel olan en önemli sorunlardan biri olduğunu söyleyen Yazar Hamza Türkmen, yakın zamanda usuli’d-din temelinde vahdetin sağlanması zor olsa bile Müslümanlar arasında siyasi bir vahdetin mümkün olabileceğini söyledi. İslam coğrafyasında yaşanan Arap Baharından sonra Tunus ve Libya’yı ziyaret ederek oralarda izlenimlerde bulunan Türkmen, oradaki izlenimlerini de bize anlattı.
Siyasi bir vahdet sağlanabilir
Müslümanlar arasında vahdetin sağlanamamasının sebeplerini siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Rahmetli Seyyid Kutup, Muhammed Hüseyin Fadlallah ve Fethi Şikaki, ayrıca Hasan Turabi yazdıkları kitaplarında yakın bir dönemde usuli’d-din temelinde vahdetin sağlanmasının zor olacağını, ama küresel kapitalizme ve emperyalizme karşı ayakta kalabilmek ve ortak değerlerimizi savunabilmek için en azından “siyasi vahdet”i gerçekleştirmenin asıl olduğunu belirtmişlerdir.
Tutum ve yorumlarında ümmeti yeniden vahiy ekseninde inşa ve ıslah etmek doğrultusunda hikmet ve basiret gösteren, içtihadi yorumlara ed-din olarak bakmayan salihler ve şahitler dışında dini ve hayatı algılamada taklitçilikten, mezhepçilik ve hizipçilik taassubundan kurtulamamış tarafların tutum ve yaklaşımları, vahdet yolunun önündeki en önemli dikenlerdir.
Hizbullah Cemaati Lideri Edip Gümüş geçtiğimiz haftalarda yaptığı bir açıklamada vahdet konusuna vurgu yaptı. Vahdet konusunda somut bir adım sizce mümkün mü?
Müslümanlar için şer’i ölçü olarak tartışılmaz olan kıstaslar, delaleti açık muhkem ayetler ve mütevatir Muhammedi Sünnet’tir. Bunlar dinin sabiteleridir. Diğer yorum ve görüşlerimiz yorum ve içtihatlardır. Bunlar da değişkenlerimizdir. Değişkenlerimiz, asıllarla ve vakıa ile çelişmediği sürece çeşitliliğimiz veya zenginliğimizdir. Hizbullah Cemaati Lideri Edip Gümüş’ün “dışımızdaki Müslümanların da tavrı ve söylemleri doğru olabilir” dediği konu tabii ki önemli bir konudur.
İslam coğrafyası vahdetin önemini anladı
Arap Baharının yaşandığı Tunus ve Libya’yı gezip izlenimlerde bulundunuz. “Ulustan Ümmete” adıyla gerçekleştirdiğiniz ziyaretlerde bir anlamda ümmetin durumunu gözlemlediniz. Bu gözlemlerinizi vahdet bağlamında değerlendirebilir misiniz? Ümmet vahdet konusunda ne durumda?
I. Dünya Savaşı’ndan sonra tamamen elleri birbirinden kopartılan, doğulu ve batılı emperyalist güçler tarafından ulus toplumlara bölünerek vesayet altına alınan İslam Coğrafyamızda, 2 buçuk yılı aşkın bir süreden bu yana intifadalar veya devrimler süreci yaşanıyor. Cumhuriyet, Camahiriyye, Başkanlık, Krallık, Baasçılık rejimleriyle şekillenen diktatörlüklere ve ülke halkları üzerinde oluşturulan zulüm ve ifsada karşı Ortadoğu’daki veya Müslüman Coğrafyasındaki intifada ve devrimler sürecinde en fazla rol ve inisiyatif alan kesim Müslümanlar oldu. Batılıların Arap Baharı dedikleri bu intifadalar süreci; Müslüman toplumların siyasi, ekonomik ve kültürel olarak birbirlerine özgürce yaklaşacakları ve vahdete yönelen bir temelde birlikte iş yapma imkânlarına yönelecekleri bir kazanım olarak görülüyor.
Fıtrat ve vahiyle barışık bir toplum inşa edilmeli
Müslüman Coğrafyadaki devrimler süreci açısından Tunus ve Libya’ya baktığımızda İslami kimlik, adanmışlık ve şahitlik adına ummadığımız bir potansiyelle ve tüm mahrumluklar içinde medeni özelliklerini korumuş ve geliştirebilmiş Müslümanlarla karşılaştık ve kucaklaştık. Tunus Devrimi ile 30 bini aşkın Nahda üyesi ve yöneticisi mahkûm özgürleşmiş. Libya’da da binlercesi… Libya’da Kaddafi diktatörlüğü süresince 45 bin kayıp kişi, anlatılanlara bakılırsa çoğu Libya çöllerinde üzerlerine benzin dökülerek yakılmış. Tunus’ta da mahkûmlara yapılan işkencelerde şehadete ulaşan 3 bini aşkın İslami hareket mensubu var.
Tunus’ta Nahda Teşkilatlanma Başkanı Amir bin Üreyyid, tüm muhalif bileşenlerle birlikte diktatörü devirdiklerini, bir devrim yaptıklarını belirtti. Onlara göre bu, bir İslam Devrimi değil bir Özgürlük Devrimi. Ama bundan sonra tüm Müslümanların gücüne dayanarak ve Müslüman olmayan unsurları da ikna etmeye çalışarak merhale merhale kazanılacak bir ıslah süreci yaşanacak. Asıl zor olanı, Devrim’den sonra fıtratla ve vahiyle barışık bir toplum ve nizam meydana getirebilmek. Çünkü İslami ilkelerin siyasi, sosyal planda uygulamasına yönelik bu hedefe ancak Müslümanların zihinsel ve ameli bir mutabakata ve vahdete yönelmeleri sonucunda varılacaktır. Onun için “devrim süreci” ifadesi vahdet doğrultusunda kazanımlarla ilgili bir vurgudur.
Bu süreçte Tunus’ta da Libya’da da halkı Müslüman olan ülkelerde diktatörlere ve vesayet sistemlerine yönelik elde edilen kazanımlar veya gerçekleştirilen devrimler çok önemseniyor. Her iki ülkede de devrim süreçleri destekleniyor. Örneğin her iki ülkede de Suriye’de Müslüman direnişçilerin, Baas Diktatörlüğü’nü yıkmadan kendi devrimlerinin bitmemiş olacağını belirtiyorlar.
Ortak parlamento, ortak yargı, ortak ekonomi…
Emperyalizmin eski yüzü ABD ve AB çizgisine ve emperyalizmin yeni yüzü Rusya ve Çin emperyalizmine karşı ilk elde diktatörlük ve vesayet rejimlerinden kurtulan veya kurtulmakta olan halkı Müslüman ülkelerin, en azından siyasi vahdete götürecek ortak girişimlerde bulunması tekliflerine Tunus’taki ve Libya’daki yetkililerle konuşmalarımızda tanık olduk. Trablus’u özgürleştiren milislerin reisi Abdülhakim Belhac daha da ileri giderek şunu söylüyordu: “Libya’nın enerji zenginliği tüm ümmetin imkânıdır. Bu imkânda her Müslüman'ın hakkı vardır. Gelin imkânlarımızı birlikte işletelim ve geleceğimiz için kullanalım.” Tunuslu yetkililer ise özgürleşen Müslüman ülkelerin vahdetine ilk elde ortak bir parlamentonun, ortak bir yüksek yargı kurumunun, ortak bir ekonomik konseyin oluşturulması ile adım atılacağını belirtiyorlardı.
Ulus devlet anlayışı İslam birliğine engel oluyor
Tunus’ta 2013 Mart ayında karşı darbe girişimine 12 milyonluk Tunus’ta milyonları sokağa dökerek set çeken Nahda Hareketi’nin teşkilatlanma lideri Üreyyid, ulus devletler yaşadığı müddetçe birleşik bir İslam devleti veya paktının oluşabilmesinin zor olduğunu belirtiyor ve ulusçuluk hastalığından arınmamız gerektiğini vurguluyordu.
Batılı paradigmaya ait olan ulusçuluk statüsünden veya kutsalından ya da cahiliyesinden kurtulma hedefinin gösterilmesi, Müslüman coğrafyada vahdetin önündeki en önemli engellerden birisini tespit etmek demektir. Vahdet hedefimizin önünde reel barikatlar var. Onlardan birisi de ulusçuluk illeti ve statüleridir. Bu konunun gündeme getirilmesi bile vahdetimiz için sevinç ve ümit verici bir düzeydir. (Şükrü Gündüz - İLKHA)