Müslümanlar olarak bugün ne yaptığımız, nasıl yaptığımız ve niçin yaptığımızın muhasebesini çok az yapıyoruz. Böylesi hayati bir konuda sorgulayıcı bir zihin ve eleştirel bir mantığa sahip değiliz. Okuma, düşünme, öğrenme ve üretmenin her zamankinden çok daha önemli hale geldiği bir çağda, durduğumuz yer ve konumun İslam ile bağdaşan bir durumunun olmadığı ortada. Hayat için gerekli bilgilerin hemen hiç birini kendimiz üretmiyoruz. Yabancı kültür ve medeniyetlerin ürettiği bilgi ve teknolojiyi tüketerek geçiniyoruz.
Maddi alanda geriledik, başkalarına muhtaç bir hale düştük. Maddi alandaki gerilememiz çok geçmeden manevi alana da sirayet etti. Başkalarına mahkum olmanın en acı sonucu, kendimize, kültür ve medeniyetimize olan saygı ve güveni yitirmek şeklinde karşımıza çıktı. Bugün namazında niyazında dindar insanların bile kendi tarihi medeniyet köklerinden habersiz bir hayat sürdüklerini görüyoruz. Ruh ve manasından koparılmış sadece şekilden ibaret kuru bir dindarlık anlayışı, sahiplerini mutlu edemediği gibi yabancıların da ilgi ve alakasını çekmiyor. Müslümanın o güzel ahlâkı, hak ve adalet duygusu kayboldu. Bütün insanlığın kurtuluşu için gayret göstermek, bu uğurda malı ve canı feda etmek demek olan cihad unutuldu. Cihad adı altında Müslüman gurupların yekdiğerini ortadan kaldırmak için ortaya koydukları acımasız çatışmalar, şiddet olayları zihinlere kazındı. O kutsal insani hedef terör ile özdeşleşti. Böyle olumsuz ve haksız bir algının oluşmasında, İslam düşmanlarının kurdukları karanlık planlardan çok, Müslümanlardaki cehalet rol oynadı. Oysa bu ümmet alemlere rahmet olarak gönderilen son peygamberin ümmetiydi. İnsanlığı hidayete çağırmak, onları iyi olana davet edip kötü olandan sakındırmakla görevliydi. İslam’ın vacip kıldığı bu önemli misyonu unutmanın sonuçları çok vahim oldu. İnsanlar, temizlik, dürüstlük, hak ve adalet konularında İslam ümmetinden iyi şeyler öğrenmekten umut kestiler. ‘Kendisi himmete muhtaç bir dede, nerede kaldı ki başkasına himmet ede’ sözünün ifade ettiği bir durum yaşıyoruz.
İman emniyet demekti, mümin de emin kişi.. Eminlik vasfını kaybetmiş bir topluluğun insaniyet namına yapabileceği hiçbir şey olamaz. İslam’ın adını lekeleyen her iş ve davranış büyük bir vebaldir. İnsanlar İslam denilince ürküyorlar ve uzaklaşıyorlarsa, bunda biz Müslümanların önemli bir payının olduğunu kimse inkar edemez. Bugün yapılması gerekenlerin en başında hayatımızın İslam ile ne kadar ilişkili olduğunu sorgulamak olmalıdır. İslam’ın insanlar nezdinde mahkum edilmesine sebep olmanın ağır vebalini hatırlamak ve kendimize gelmek zorundayız. Yoksa dünyada düştüğümüz bu zilletin bir de ahiretteki hesabı çok daha çetin olacaktır.
Mevcut durumumuzu resmeden hikaye ile yazımızı bitirelim:
‘Güvercinin biri yeşil bahçelerin üzerinden uçarken konup karnını doyuracağı güvenli bir yer aradı. Aşağıya doğru bakınca, bağında çalışan sakallı, sofu görünümlü bir ihtiyar gördü.
Kendi kendine, "bu adam dindar biri olmalı, bana bir zararı dokunmaz" deyip bahçenin bir köşesine kondu ve yerdeki otlardan yemeye başladı.
Sakallı ihtiyar bunu fark etti; yavaştan yanındaki asasına davrandı ve güvercine doğru fırlattı. Hedef isabetle vurulmuş, güvercinin her iki ayağı kırılmıştı.
Sorun şeriat mahkemesine intikal etti. Adil hakim, sofu görünümlü ihtiyarın da iki bacağının kırılmasına hükmetti: Kısasa kısas.
Tam bu esnada güvercin itiraz etti ve:
'Hayır efendim onun ayaklarının değil, sakalının kesilmesini istiyorum'. dedi.
-Hakim: Peki neden?
-Güvercin: 'Çünkü beni yanıltan onun sakalıydı. Eğer onun sakalını kesmezseniz daha benim gibi niceleri aynı yanılgıya düşebilir.
Hakim bu itirazı yerinde buldu ve durduğu yerin hakkını verememiş, saf kalpli güvercini yanılgıya sevk etmiş olan sakalın kesilmesine hükmetti.’
Evet ünlü bilgemiz Aliya İzzetbegoviç’in dediği gibi ‘Müslümanlık görünmek değil, olmaktır.’