Başta Halepçe olmak üzere mazlumiyet ve mustaz’afiyet içeren bir dizi olayı bünyesinde barındıran martın üçüncü haftası, kapatılan Mustazaf-Der tarafından Mustazaflar Haftası olarak ilan edilmişti.
2009 yılından bu yana da bu kapsamda etkinlikler düzenleniyor. Bu yıl bu etkinlikler panel şeklinde düzenlenmiş. Yaklaşık on ilde yapılacak olan bu panellerin konuşmacılarından biri olmam hasebiyle bazı hususları sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bu panellerin Van ve Diyarbakır ayağında Irak Kürdistanı’ndan gelen ve Bızawa İslami (İslami Hareket)’ye mensup kardeşlerimiz de vardı.
Saddam döneminin her türlü zulmünü iliklerine kadar yaşamış bu mazlum ve mustaz’af insanlardan çok şey öğrendik. Bir kez daha anladık zulmün, acının ve gözyaşının evrensel olduğunu, bir bölgeyle sınırlı olmadığını.
Mustazaflar Cemiyeti’nin davetlisi olarak ülkemize gelen dört kişilik heyetten bir kardeşimiz Halepçeliydi. Katliamı bütün şiddetiyle yaşamıştı.
Acıyı anlatmak zordur. Tarifi olmayan bir şeydir. Yine de Halepçeli Mamoste Goran’dan anlatmasını istedik yaşadıklarını. Van’daki panel başlamadan Van Serhat FM’e konuk oldu ve canlı yayında anlattı yaşadıklarını:
“16 Mart sabahı idi. Uçaklardan kâğıtlar atıldı ilk önce. Buraları boşaltın deniyordu kısaca. Kimse bir anlam veremiyordu. Kararsızlık ve çaresizlik içerisinde idi bütün ahali. Nereye gidecektik ki? Akşama doğru gökyüzünde uçaklar belirdi ve bombardıman başladı. Bunlar ilk saldırı idi ve kimyasallar kullanılmamıştı. Bir anda ortalık karıştı. Kulakları sağır eden bomba sesleri, çığlıklar, feryatlar, parçalanmış insan cesetleri…Manzara karşısında sersemlemiş, tam bir şok hali yaşayan yetişkinler… Çocukların ve bebeklerin birbirine karışan ağlamaları…
Bir kamyona attık kendimizi. Kamyon cesetlerin üzerinden ilerliyordu. Lastiklerin insan cesetlerini ezdiğini hissediyorduk. Korkunç bir manzaraydı. Her taraf ceset dolmuştu. Bir ara bombardıman durdu. Kurtulanlar bir araya geldi, meğer zalimin istediği tam da buymuş. Herkesi toplu olarak bir araya toplamak ve sonra kimyasal atmak… Aynen öyle de oldu. Önce gökyüzü karardı, sonrası malum.
Kimyasallar ailemin ve akrabalarımın birçoğunu kopardı benden. Hâlâ nasıl ölmediğime hayret ediyorum!”
Vehıçkırıklar, hıçkırıklar… Canlı yayında ağladı Mamoste Goran ve ağlattı hem bizi hem de radyoyu dinleyen Van halkını.“Soran Kürtçesi” ile konuşuyordu Mamoste. “Behdinan Kürtçesi” ile konuşan Vanlılar hepsini anlamıyordu belki ama acının ortak ve evrensel dili gayet güzel anlaşılıyordu.
Ağlamanın, inlemenin Kürtçesi, Arapçası, Türkçesi ya da İngilizcesi var mı ki?
Esasen Mamoste’nin bu feryatları yabancısı olduğumuz feryatlar değildi. Aşinası olduğumuz, tarihle yaşıt, tarihin bağrından kopup gelen feryatlardı bunlar:
Mazlum Habil’in, mazlum Şehit Peygamber Yahya(as)’ın, Ashab-ı Uhdud’un, Yasir Ailesi’nin, Kerbela’nın, Zeyneb-i Kübra’nın, Başbağlar’ın, Susa’nın ve daha nicelerinin…
Bağrı yanık şairin şiiriyle bitirelim:
Ax Helepçe vax Helepçe,
kezepşewıti perçe perçe
Jı berçawa jı birnaçe,
mazlumtiya te Helepçe!
Sucé me ko em Müslümanın,
Kurdé dindar, bı imanın
Lıber zılm u zalımanın,
jére şahıd vax Helepçe
Gıri u nalin,derd u bırin;
gazi u gırin, feryad, axin
Hewara me Rebbé Muin,
me jı birnake ax Helepçe
(Ah Halepçe vah Halepçe,
ciğer yandı,parça parça
Gözümüzün önünden hiç gitmez,
mazlumiyetin Halepçe
Suçumuz Müslüman olmak,
dindar ve imanlı Kürtler olmak
Zulüm ve zalimlere karşı olmak,
ona şahit işte Halepçe
Ağlamalar, inlemeler, dertler,
yaralar; imdat, yakarış, feryatlar, ahlar
Yakarışımız, yardım eden Allah’adır,
bizi unutmaz ah Halepçe!)
Selam ve dua ile…