Sosyal yaşamdaki ahengin bozulmasına baktığımızda en çok dikkat çeken şey korkusuzluk ve bencilliktir. Kimden nasıl korkmamız gerektiği ve nerelerde harcama yapmamız gerektiği noktasında dikkatli olmalıyız. Bu iki kriter dikkate alınmadığında bireysel ve toplumsal tehlike kaçınılmaz olacaktır. Bu sıkıntıların yaşanmaması için gerektiği gibi bizleri yaratan Rabbül âleminden korkmamız gerekir. Bu korkmaya ise takva diyoruz.
Peki, takva nedir?
Takva, Allahu Teâlâ'nın emirlerini yapıp yasaklarından kaçınmak. Haramların ve şüpheli olanların hepsinden sakınmak... İnsanı, Allah'u Teâlâ'ya kavuşturan, O'nun sevgisine ulaştıran güzel huylardan biri de takvadır. Takva, Allah'u Teâlâ'dan korkup, yasak ettiği şeylerden elini çekmek, uzaklaşmaktır.
İman eden ve iyi işler yapanlara, hakkıyla sakınıp (takva ile hareket edip)iman ettikleri ve iyi işler yaptıkları sonra yine hakkıyla sakınıp iman ettikleri, sonra da hakkıyla sakınıp yaptıklarını, ellerinden geldiğince güzel yaptıkları takdirde yaptıklarından dolayı günah yoktur.(Önemli olan inandıktan sonra iman ve iyi amelde sebattır.) Allah iyi ve güzel yapanları sever.(5/93)
Meseleyi derinlemesine incelediğimizde takvanın infakla bağlantılı olduğunu görürüz. İnfak, yiyecek içecek ve giyeceği olmayan fakir fukaranın ihtiyacını gidermek amacıyla onlara ihtiyaçları olanı vermek ve dağıtmak demektir. İnfak: Nafaka verip geçindirme, besleme, doyurma mânâlarına da gelir.
Bakara suresinde Cenabı Hak, kurtuluşa erecekler için “o muttakiler ki, gaybe iman ederler, namazlarını dosdoğru kılarlar ve Allah'ın kendilerine verdiği rızıklardan infak ederler. İşte onlar felaha gerçek kurtuluşa ereceklerdir. Buyurmuştur. Ya da “Ey İman edenler! Size verdiğimiz rızklardan, alış verişin, dostluğun ve şefaatin fayda vermeyeceği gün gelmeden evvel infak edin.” (Bakara, 254)
Bu konuyu sahabeler çok iyi anlamış olmalı ki dinlerini en güzel şekilde yansıtmışlardır. Peki dinimiz bu konuda ne diyor? Dinimize göre en hayırlı olan, en çok sevdiğin şeyi vermektir. O halde mümkün mertebe infak etmekten, yani yoksula, yetime ve din hizmetine kol kanat germekten, yani Allah katına mal göndermekten, yani az-çok demeden vermekten geri kalmamak gerekir.
Hazret-i Ömer'in oğlu Abdullah (ra) hastalanmıştı ve hiçbir şey yemiyordu. Ona: “Canın ne istiyor?” dediler. O:“Canım bir şey istemiyor. Ancak bir balık olsa belki yerim.” dedi. Bunun üzerine balık bulmak için şehir alt üst edildi. Nihâyet bir adet balık bulunabildi. Hanımı balığı temizledi, pişirdi ve önüne getirip koydu. Abdullah daha elini balığa uzatmamıştı ki, bir yoksul gelip karşısına dikildi.
Abdullah da balığı kaldırıp olduğu gibi ona verdi. Ona: “Allah iyiliğini versin. Bizi bu kadar yordun. Zor belâ sana bir tane balık bulduk. Onu da tuttun fakire verdin. Bizde ona verecek başka şeyler vardı.” dediler. Hanımı da: “Fakire bir dirhem versek onun için daha faydalıdır. Madem ki canın balık istiyor, balığı sen ye de, ona bir dirhem verelim” dedi. Fakat Abdullah (ra):“Canımın istediği bir şeyi yemekten çok, başkasına yedirmekten hoşlanırım.” dedi.
Selam ve Dua ile