Dedesi yıllar önce göç etmiş ve başka bir ülke vatandaşlığına geçmiş olan bir Kürd aydını ve kanaat önderiyle bir şekilde görüşme imkânımız oldu. Pkk’sinden Rızgari’sine, Talabani’sinden Barzani’sine birçok örgüt ve parti içinde tanıdıkları olan bu zat-ı muhterem lafı uzatıp gevelemeden ve gözlerinden yaşlar akarak kelimesi kelimesine bize şunları ifade etti: “Çok mustaribiz. Büyük bir hayal kırıklığı içindeyiz. Kürd halkının hakları için mücadele ettiğini söyleyen herkese yakın bir ilgi gösterdik. Onlara değer verdik. Fakat şimdi inanılmaz bir hayal kırıklığı içindeyiz. Şimdilik bunun sadece bir sebebini ve de örneğini arzetmek istiyorum. Bu adını zikrettiğim örgüt ve partiler sorunlarımızla ilgilenmek için bize bazı şahıslar gönderiyordu. Ellerinde defterlerle gelip güya düşüncelerimizi, şikayetlerimizi not ediyorlardı. Fakat gördüm ki gönderilen bu şahısların hemen tümü buranın gazino ve pavyonlarında sabahlıyordu. Bunun üzerine ben ve dostlarım kendi kendimize düşünerek şu sonuca vardık; bunların kendilerine hayrı yok ki halklarına hayırları olsun. Böylece laik-ulusalcı tüm Kürd örgütlerinden umudumuzu kestik. Bunlardan hiçbir beklentimiz kalmadı. Bu nedenle ben ve arkadaşlarım Kürtlerin içinden çıkan Mustaz’aflar Hareketi türü İslamî hareketlere başvurup onlarla birlikte hareket etmeye karar verdik…”
Her insan, her halk toplumsal ve uluslararası muvazenede, güçler dengesinde ağırlık sahibi olmak ister. Bu, her insanın ve her halkın hakkıdır. Her insanın, her halkın ağır ve muteber bir hüviyet sahibi olmaya hakkı vardır. Lakin acayip olan nokta şudur ki hüviyet(kimlik), aynı zamanda boşluk manasındadır. Hava manasındadır. Demek ki hüviyet, ancak değerlerle dolarak gerçek mana ifade eder. Ağırlık vasfına sahip olur.
İnsanın kimliğine “hüviyet” adı verilir. Aslında hüviyet; derin uçurum, kuyu, boşluk gibi anlamlara gelmektedir ve hava ile aynı köktendir. Hatta hüviyet ile cehennemin bir adı olan “haviye” bile aynı köktendir. Hakikaten hüviyetin bazen boş ve dipsiz bir zemine dayanabildiği, havadan şeyleri esas aldığı düşünülecek olursa bunun ilgisi, kolayca anlaşılabilir. Buna göre; içi dolu olmayan, bir ağırlık ifade etmeyen bir hüviyet, insanı haviyeye(cehenneme) sürükleyebilir.
İnsanın hüviyeti ağırlığına göre şekillenir. Hafif ve havadan olan, içi boş olan hüviyet sahibine bir kıymet ve ağırlık kazandırmaz ve de onun muvazenede yer almasını sağlamaz. Bu nedenle Allah(c.c); “kimin tartıları hafif ise onun anası haviyedir”(Karia:9) buyurur. Yani amel ve sıfat insanın hüviyetini, hüviyeti de onun konumunu belirler.
Karia; süpürüp kel eden, tıraş eden manasındadır. Karia yerin üstündeki her türlü varlığı, işareti ve kıymeti yok eder. Yerin denge unsurları olan dağları hallaç pamuğu gibi savurur. Karia, dağları savurur. Dağlar, yerin kazıklarıdır. Toplumun alim ve Salih önderleri dağ misali, toplumu dengede tutar. Ona ağırlık kazandırır. Böyle bir toplum sarsıntılara karşı dayanıklı olur. Bu nedenle dağlar yerinde durduğu sürece Karia yeryüzündeki değerleri biçemez. Yerin üstündeki kıymetleri yok edemez. Ekseriya bu mesele, maddi Karia şeklinde anlaşılmıştır. Bunu manevî kariayla alakalı olarak da anlamaya çalışmak gerekir. Çünkü manevi erozyon, ahlaki ve İslami zayıflık da Karia hükmündedir ve yerin üstündeki her türlü değeri yok ederek adeta dünyayı kel hale getirir.
Hevaya dayalı bir hüviyet, zannedildiğinin aksine insana ve topluma muvazenede bir ağırlık kazandırmaz. Güçlü ve itibarlı bir hüviyete sahip olmadan ne insan ne de onun mensup olduğu toplum, uluslararası muvazenede söz sahibi olur. Hatta varlığı söz konusu olmaz. Mesele illaki bir hüviyet sahibi olma meselesi değildir. Bu, hüviyetin içinin neyle dolacağı meselesidir. Heva ve havayla mı yoksa mana ve kıymetle mi? İnsanlar, içi boş söz ve düşüncelerle hüviyet sahibi olarak muvazenede ağırlık sahibi olabileceklerini zannederler.
İçi boş, hevaya dayalı bir hüviyet mizanda ve muvazenede ağırlık teşkil etmez. Çünkü Allah(c.c); “kimin tartıları hafif gelirse onun vatanı uçurumdur, cehennemdir”(Karia:6-7) buyurur. Bu ayetin mefhumu sadece ahirete değil, dünyaya da taalluk eder. Buna göre hevaya dayalı bir hüviyetin hakim olduğu bir vatan; cehennemdir, uçurumdur. Bir vatanda Hak bir hüviyet hakim değilse o vatan boşluktadır, temelsizdir ve uluslararası muvazenede gerçek bir ağırlığa sahip olması mümkün değildir.
Hevadan uzak durarak Hakkın emriyle Müslüman halka hakiki bir hüviyet kazandırmaya çalışan Müslümanlara selam olsun.
Medrese-i Yusufiyede bulunan Alilerin, Salihlerin, Hasan ve Hüseyinlerin, Şeriflerin, Şakir ve Mahmutların, Muhammed ve Mustafaların, Abdulkadir ve Abdullahların tüm Aziz ve fedakar Ümmet evladının, tüm Müslümanların ve hacıların mübarek Kurban bayramını tebrik ederim.