28 Şubat'tan kalma bil'umum tezviratların gösterime sokulduğuna dair bazı tespitlerimizi bir önceki yazımızda dile getirmiştik.
Bunların perde arkasını aralamaya, parçalar halinde gösterime sokulan bayat senaryoların hedefini belirlemeye gayret etmiştik.
Çok değil, yirmi yıl öncesinden bahsettiğimiz için aslında ârife tarif de gerekmiyor!
Darbeye giden köşe taşlarının nasıl ve kimler tarafından itina ile döşendiğini bilmeyenimiz yok.
Darbeye gerekçe gösterilen “Laikliğe aykırı eylemlerin odağı olma” kepazeliğinin hangi mahfillerde kanun kılıfına sokulup bu millete karşı topyekûn savaşa dönüştürüldüğüne acı çekerek ve ağır bedeller ödeyerek şahit olduk.
Onuncu sınıf mizansenlerle medya destekli algı operasyonlarını kimin yaptığını,
Doğrudan NATO'ya bağlı özel harp odalarında psikolojik savaş taktiklerinin nasıl belirlendiğini…
Bu memlekette inanç ve değerleri doğrultusunda yaşamak isteyen insanlar olarak iyi biliyoruz.
Şurası çok net:
“Bu memleketteki darbelerin arkasında NATO vardır.”
AVRASYA konseptinin Türkiye'deki herhangi bir darbenin arkasında olduğuna dair hiçbir veri yok.
Çelişki gibi görünen şu duruma bakın ki kendilerini “Ulusalcı veya sol-Kemalistler” olarak adlandıran ve “Ordu göreve” sloganı ile özdeşleşmiş marjinal bir grup, anti-Amerikancı ve AVRASYA'cı olduklarını âleme ilan ediyorlar.
Millete aba altından sopa gösterip darbeci jargonla konuşmaktan çekinmeyen bu klik, sözde AVRASYA'cı gibi görünse de özde NATO'cudur.
Bu kliğin ordu içindeki elemanları muvazzafken NATO'nun kılıcını sallarken, ne hikmetse emekli olduklarında AVRASYA'cı oluveriyorlar.
Sebebin ne olduğunu doğrusu çok da kestiremiyorum.
Muvazzafiyetin verdiği bir mecburiyet mi, yoksa başka bir hesap mı?
Ama şunu biliyoruz:
‘Ordu göreve!' diyerek kendilerini çağdaş yaşamın ve Kemalizmin yılmaz bekçileri olarak gören ve gösteren bu ekibin pratiği onları NATO ile ortak paydada buluşturuyor.
Farklı kesimleri ötekileştirme, toplumu kamplara ayırma, ötekiye karşı nefret dili kullanma gibi NATO'nun üçüncü dünya ülkelerine mahsus ajandasına hizmet eden söylem ve eylemler, tam anlamıyla bir suçüstü halidir.
Esasen şu an Türkiye'de darbeye zemin hazırlayabilecek klik de bunlar görünüyor!
Kopardıkları gürültüye ve mangalda kül bırakmayan tavırlarına bakılırsa kendilerini bir hayli güçlü de görüyorlar.
Evet devran eskisi gibi değil, bu doğru!
YAŞ ve MGK'nın yapısı değişti.
Genelkurmay Başkanı artık herhangi bir kuvvet komutanı arasından seçilebiliyor.
Darbenin ana rahmi konumundaki harp okullarına atılan format ortada.
Bunlar, askeriyedeki çeteleşme ve cuntacılığa ciddi anlamda darbe vuran ve siyasi iradenin elini güçlendiren düzenlemeler.
Bunlar, millet olarak rahatlamamızı sağlarken şu hususlar ise bizi ciddi anlamda endişelenmeye sevk etmektedir:
Kürt illerinde güvenlik görünürlüğünün gereğinden fazla artış göstermesi, lokal de olsa OHAL'in halka yönelik keyfi uygulamaları tetiklemesi, birkaç gün önce 90'lı yılları aratmayacak şekilde Şemdinli-Altınsu köyünde güvenlik güçlerinin köylüleri toplu halde cezalandırdıklarına dair dile getirilen vahim iddialar, güvenlik soruşturmaları üzerinden değişik kesimlerden adeta bir mağdur ordusunun oluş(turul)ması vs.
Bütün bunlar karşısında şu hususları düşünmeden edemiyoruz:
Bütün bunlardan haberdar olup milleti devlete karşı veya devleti ele geçirmek isteyen kliklere karşı koruyacak,
Benim bu bildiklerimi bilen, gördüklerimi gören ve bunların hepsinin faturasının siyaset kurumuna çıkacağını idrak eden,
Mağduriyetleri gidermek için hasbî olarak hareket eden,
Mecburi taktiksel ittifaklarla ipin ucunu anti-Amerikancı gibi görünen cuntacı ve sıkıyönetimcilere kaptırmayan stratejik bir akıl ve kadro var mı, yok mu?
Varsa ne âlâ?
Yoksa, dışarıda ve içerde daha önce Saddam ve Kaddafi'ye yapılan şeytanlaştırma operasyonunun ülkemizi de hedef aldığını ve ciddi mesafeler katedildiğini, hafizanallah, iç kargaşanın kapımızda olduğunu fark etmek zorundayız.