Cila, aynanın parlatılmasıdır. Allah (cc) “Kasem olsun cilalandığı zaman gündüze”(Leyl:2) buyurur. Fakat cila, aynı zamanda sürgündür. Eğer Allah onlara sürgünü-cela yazmamış olsaydı, elbette, onları dünyada başka şekilde cezalandıracaktı.(Haşr:3) buyrulur.
Cila parlatmaktır. Cela ise sürgün. Öyle ya bazen yerin yüzü kirlenir. Kararır. Güzelliği ve bereketi yansıtmaz hale gelir. Çünkü is kaplamıştır dünyanın yüzünü. Tozlanmış hatta kirlenmiştir. Dumanlar kaplamıştır her tarafı. Gün gerektiği gibi tecelli olmuyor. Aynaların yüzü kirden görünmez olmuş, öyle ki kimse kendini değil herkes ötekini görür olmuştur.
Haşr:3 ayeti, Yahudi Nadiroğulları'nın sürgün edilmesinden bahsediyor. Bunlar “Nadiroğullarıdır.” Burada “nadir” sevinç, huzur ve parlaklık manasındadır. Acayip bir durumdur bu. Kur'an'da Nadir, ışıldama manasındadır(Mutaffifin:24). Evet, bu Nadiroğulları'nın yani yüzleri parlak ve sevinç hallerini yansıtıyor. Onlar için varsayılan budur. Ama Peygamber(sav) onları sürgün etmiştir. Neden? Çünkü fitne yaparak gönüllerin aynasını karartıyorlardı. Yerin yüzünün cilalanmasını engelliyorlardı. Savaşın ve ateşin dumanını körüklüyorlardı. Gönülleri karartıyorlardı. Adlarının gereğini değil tam tersini yapıyorlardı. Oysa ne güzeldir yüzün ve kalbin nadir olması, ne güzeldir gönlün parlaması huzur ve sevinçle dolması. Ama bunlar medeniyet yurdunun toz ve duman altında olması için çalışıyorlardı. Bu nedenle yerden cilalandılar, yerin yüzünden uzaklaştırıldılar ki yer kendini bulsun. Geceden sonra tecelliyi göstersin. Gönüller ayna olsun. İnsanlar birbirlerine kararmış gözlerle bakmasın cemali ve celali seyretsin. Küçüklükte büyüklüğü, büyüklükte cemali müşahede etsin.
Bugün de israil Oğulları dünyanın Nadiroğullarıdır. Zenginliğin ve gücün temsilcisidirler. Dünyada insanların yüzünde hüznün ve acının örtüsü, sefaletin tozu bulaşmışken onlar Nadir oğulları olarak parlak bir durumdadırlar. Ama günümüzün Nadiroğulları olan bu tayfa İslam âleminin toz ve dumandan, is ve fırtınadan arı olmaması için ne gerekiyorsa yapıyor. Burası bir medeniyet yurdudur. Bir Medine'dir. Allah'ın, Peygamberin ve varislerinin gücüne gider bu. Bu medeniyet havzasının, bu Medine'nin is ve duman altında kalması, cilasız bir halde uzaydan bile geceleyin en az parlayan coğrafya olması adalet değildir. Sadece petrolle ve onun isiyle özdeşleşmesi insaf değildir. Kan ve ateşle, sistem sorunlarıyla boğuşması vicdani değildir. Biz israil oğullarının halini iyi biliriz. İslam âleminin cilasına artık engel olmamalılar. Zaten olamazlar da. Şayet fitneleriyle hadsizlikleriyle İslam âleminin cilasına engel olmaya devam ederlerse kendileri bir cila yer. Marifet tehdit etmek değil uyarı yapmaktır. Biz de uyarı yapıyoruz.
Öte yandan Müslümanlar da bu cilasızlığın vebalini hep başkalarına atarak kurtulamaz. Çünkü Müslümanların içinde aynaların cilalanmasına karşı inanılmaz bir tepki ve refleks gösterenler var. Elbette her el cilalamak için aynaya uzanmaz. Bazıları yaptıkları hadsiz ve cahil işlerle ayineyi çatlatır. Ehil ve layık olmayan elleriyle aynayı çizer. Bunlar “Nadiroğulları” değil “Dırdır oğullarıdır” neyin ne olduğunu bilmeden ya körü körüne savunur ya da körü körüne redderler ve hep dırdır ederler. Bunların sebep oldukları kir ve is çok daha habistir. Çünkü Nadiroğulları cilalanıp yerden sürülüyor ama bunlar hep yerlerinde is çıkarmaya devam ediyor. Herkesin aklına münafıklar gelecek. Ama hemen söyleyelim bunlar münafıklar değil başkalarıdır. Bunları bulmak ve bilmek de cilalı kalplerin işi olsun. Kimse bizden daha fazlasını beklemesin.
Peygamber (sav) bir taraftan Nadiroğullarını yerden cilalarken öte taraftan gönülleri cilalıyordu. Böylece insanlar sadece ötekiye değil kendilerine de nazar edebiliyordu. Ama Müslümanlar hep Nadiroğullarından şikâyet ediyor. Fakat kendileri o nadirliği yüzlerinde ve gönüllerinde nadiren gösterebiliyor. Şimdi biraz da cilalanma zamanı. Yoksa kendi âlemimizde, kendi yerimizde, yârimizde ne bir şey görür ne de görünür hale geliriz. Sadece dırdır eder dururuz.