‘Nankörlük', insanın gördüğü iyiliğin ve değerin kıymetini bilmemesi, kendisine yapılan iyiliği veya eline geçen nimeti inkâr etme, nimeti verene karşı nankörce davranmasıdır. Nankörlüğün zıddı, şükürdür. Şükür, kulun Rabbine karşı, verdiği nimetler için çeşitli fiili ve kavli teşekkür etmesidir.
Bir mümin verilen nimete asla nankörlük etmemeli ve daima onun şükrünü yerine getirmeye çalışmalıdır. Nankörlük edecek olan kişiler ancak cahil kimselerdir. Bu kişiler imtihanda yenilen kimseler olacaktır. Kur'an-ı Kerim'in bir ayetinde bu durum şu şekilde ifade edilmektedir: “Kitaptan (Allah tarafından verilmiş) bir ilmi olan kimse ise: Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm, dedi. (Süleyman) onu (melikenin tahtını) yanı başına yerleşmiş olarak görünce: Bu, dedi, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim, diye beni sınamak üzere Rabbimin (gösterdiği) lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, o bilsin ki, Rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, çok kerem sahibidir.” (Neml, 40)
Allah (c.c.)'ın, kimsenin şükrüne ihtiyacı yoktur. Ulûhiyet ve Ubudiyeti, bir kimsenin nankörlüğü ya da şükürsüzlüğünden dolayı ne eksilir, ne de artar. O, bizatihi kendi gücüyle her şeye hâkimdir. O'nun hâkimiyeti, yaratıkların O'na şükretmesine veya inkâr etmesine bağlı değildir. Aynı husus Kur'an-ı Kerim'de Hz. Musa (as.)'nın dilinden de ifade edilmiştir: “Siz ve yeryüzünde bulunanlar hep nankörlük etseniz, iyi biliniz ki Allah müstağnidir, (sizin şükrünüze muhtaç değildir, O zatında) övülmüştür.” (İbrahim, 8)
Nankörlük, âdeta insanı sarıp çevreleyen bir bulaşıcı hastalık gibidir. İnsanoğlu başına bir musibet geldiğinde Allah (c.c.)'a yalvarır, kendini emniyette hissedince de O'nu unutur. Rabbi kendisine bir nimet verdiğinde ona sevinir, fakat kendi hatası yüzünden başına bir kötülük geldiğinde nankörlük hissi artar. Rabbimiz, insanın bu durumunu, şöyle ifade buyurur: “Denizde başınıza bir musibet geldiğinde Allah'tan başka tüm yalvardıklarınız kaybolup gider, fakat O, sizi karaya çıkararak kurtarınca yüz çevirirsiniz. Zaten insanoğlu nankördür.”( İsra, 67)
İnsanlar denizde gemiyle seyahat ederken boğulma tehlikesiyle yüz yüze gelseler, orada Allah (c.c.) ile baş başa kalırlar, O'na yalvarır, yakarırlar; fakat esenliğe kavuşunca yine eski hallerine dönerler. Bunu sadece deniz olayına indirgememek gerekir. Kişi hastalandığında Rabbinden şifa ister. Ama iyileştiğinde tekrar O'nu unutur. İnsanoğlu nankörlüğü bırakıp her şeyi yaratan Yüce Yaratıcı 'ya şükretmelidir.
İnsanoğlu saymakla bitiremeyeceği kadar çok büyük nimetlere sahiptir. Bu nimetlerin değerini bilmeli, onları kendisine karşılıksız vereni hatırlamalı ve şükretmelidir. Bu nimetleri kendisine veren Allah, bunun karşılığında ondan son derece yapılması kolay olan bir görev beklemektedir. O da yediği ve içtiği nimetlere karşı şükür ve hamd görevidir. Bunun için Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Allah Teâlâ, kulunun bir şey yedikten sonra hamd etmesinden, bir şey içtikten sonra hamd etmesinden hoşnut olur.” (Müslim, Zikir, 89)
İnsanlığın müptela olduğu şu nankörlük açmazını şükür ve hamd ile aşabiliriz.
Rabbim, hakkıyla hamd ve şükredenlerden eylesin!