14 Haziran’da Brüksel’de başlayan NATO zirvesi, NATO’ya biçilmeye çalışılan yeni misyon çerçevesinde tartışılırken, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Biden’in zirvede ilk kez bir araya gelecek olması nedeniyle Türkiye’de konu tamamen Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceğine odaklandı.
İki ülke arasındaki geleneksel ilişki, bir süredir kör düğüme dönüşen sorunlarla anılmaktadır. Gelinen noktada Biden yönetiminin şekillenen küresel stratejisi ile küresel meydan okuma üssüne dönüştüğü söylenen Çin ve belli bölgelerde etkili olmaya başlayan Rus faktörü öncelikli tehdit olarak ilan edilmiş durumdadır. Amerikan küresel hegemonyasına karşı tehdit unsuru olarak ilan edilen Çin ve Rusya’ya karşı farklı araçlarla uygulanacak baskı politikasında öncelikle NATO’nun güç ve imkanlarından yararlanmak Washington’un öncelikleri arasına girmiştir. Bu durum, Türk-Amerikan ilişkilerinde birikmiş sorunların çözümünde pazarlık kozu olarak etkili bir NATO üyesi olarak Türkiye’ye avantaj sağlayan önemli bir yöne sahip görünmektedir.
Buna karşılık Amerika’nın da ilişkilerin çözümü pazarlığında önemli kozları bulunmaktadır. Yabancı sermayeye muhtaç Türkiye ekonomisinde yaşanan yapısal sorunlar, Amerikalılar için en önemli kozlardan biridir. Bir takım bölgesel meseleler, Türk dış politikasının epey süredir yaşadığı izolasyon süreci, içeride oluşan siyasal gerginlikler, kullanışlı birer araç işlevi gören insan hakları ve özgürlükler sorunu gibi ana başlıklar sorunların çözülmesinde Washington’a avantaj sağlayan başlıca alanlardır.
Nitekim birikmiş sorunlara çözüm beklentilerinin zirvede olduğu bir havada iki ülke liderleri arasında görüşme gerçekleşti. Görüşmeler sonrasında taraflardan gelen açıklamalar, biriken sorunlara çözüm bulma arzularının zamana yayıldığını gösterdi. Ermeni soykırım konusu, S-400 ile F-35 ikilemi, Suriye ve PYD meselesi gibi ana başlıkların bir süreliğine dinlenceye çekildiği görüntüsü oluştu.
Tarafların üzerinde ön anlaşma sağladığı tek konu ise 11 Eylül’e kadar Afganistan’dan çekilmesi gereken NATO güçlerinin yerine yine NATO şemsiyesi altında Türkiye’nin bu görevi sürdürebileceği konusu oldu.
NATO-Afganistan ısrarı neden kaynaklanıyor?!
Biden ile yapılan görüşmede iki ülke arasındaki sorunların çözümü merak edilirken, görüşmeden Türkiye’nin NATO adına Afganistan’da kalabileceğinin açıklanması tabii ki sürpriz bir sonuç oldu. Sonradan Beyaz Saray sözcüsünün yaptığı açıklama ile teklifin bizzat Biden tarafından yapıldığı anlaşıldı.
Evvela ABD ile Taliban arasında varılan anlaşmaya göre ABD öncülüğündeki NATO kuvvetlerinin 11 Eylül 2021 tarihine kadar Afganistan’ı terk etmesi gerekiyor. NATO kuvvetleri ayrılırken herhangi bir sebeple ek kuvvet bulundurması anlaşma kapsamında bulunmuyor. ABD’nin gerekçesi, kuvvetler ayrılırken Kabil uluslar arası havaalanının NATO kuvvetlerince korunmaya devam edilmesi şeklindedir. Bu istek anlaşmaya aykırı olduğu gibi, saha gerçekleriyle de uyuşan bir istek değil. Düşünün ki NATO kuvvetleri ayrıldıktan sonra Taliban ya da oluşabilecek bir uzlaşma hükümeti tüm ülkeye hakim olacak, ama kendi başkentindeki havaalanına söz geçiremeyecek! Bu durum teoride mümkün görünse de pratikte pek mümkün görünmüyor. Kaldı ki anlaşmanın tarafı olan Taliban çeşitli vesilelerle bu öneriyi zaten kabul etmediğini ortaya koymuş durumda.
Bu durumda ABD’nin NATO adına birilerinin orada bırakılmak istenmesinin arka planında farklı ihtimalleri akıllara getiriyor. Trump döneminde bizzat ABD eliyle pasifize edilen NATO, Biden yönetiminin Çin ve Rusya’ya karşı müttefikleriyle ortak hareket etme arzusu nedeniyle yeniden önem kazanıyor. ABD, hedefe koyduğu Çin ve Rusya’yı müttefikleriyle birlikte geriletme ya da iç sorunlarla meşgul etme politikası güdüyor. Askeri manevralar ise ilk etapta başvurulacak yöntemler arasında yer almamasına karşın bir baskı ve caydırma aracı olarak devreye koyuluyor. Bu açıdan Afganistan’ın coğrafi ve stratejik konumu önem kazanıyor. Yeniden güç konumlandırması kapsamında Çin’i çevreleyen yeni askeri üsler oluşturuldu. Rusya için de Doğu Avrupa ve Baltık ülkeleri birer askeri üs olarak kullanılıyor. Çin’i askeri üslerle çevrelemeye çalışan ABD’nin coğrafi yakınlık arzeden Afganistan’ı tamamen terk etmesi, uyguladığı çevreleme siyasetiyle tamamen çelişiyor. Haliyle kendi askerlerini çekerken olası tehlike ve çatışmalar karşısında Türkiye’yi Taliban ile yüz yüze bırakmak istemesinin anlaşılmayacak hiçbir yanı bulunmuyor. Aynı şekilde Rusya ile yaşadığı sorunların merkezinde Ukrayna bulunuyor ve Ukrayna ile ilgili sorunlarda Türkiye’nin ABD ve Batı’dan yana tavır takındığı gözlerden kaçmıyor.
Peki, Türkiye Afganistan’da yeni misyon üstlenmedeki istekliliğinin yanında olası tehlikelerin yanı sıra ABD’nin olası planlarının farkında değil midir acaba? Mutlaka farkındadır. Evvela içine düştüğü ekonomik darboğazdan kurtulmak için ABD ve Batı ile ilişkilerini bir nebze de olsa düzeltme gereği duyuyor. Afganistan’da yeni NATO misyonunu üstlenmede büyük ihtimalle Afganlar nezdinde var olan olumlu imajından istifade ederek çatışmaların yaşanmayacağı bir uzlaşma zemininden medet umuyor. Şayet uzlaşma sağlanırsa herhalde bu noktayı göz önünde bulundurmayı birinci seçenek olarak tercih edecektir.
ABD’nin Çin’i kuşatma ve iç sorunlar üzerinden sıkıştırma politikası kapsamında ihtiyaç duyacağı ilk ülke yine Türkiye olacak gibi. Uygur sorunu, Çin’in en hassas noktalarından biri olmayı sürdürüyor. Bu kapsamda Uygurlar ile etnik ve dinsel yakınlık Türkiye’yi ABD açısından daha fazla değerli kılıyor. Tıpkı Kırım sorununda olduğu gibi. Ancak Türkiye’nin başta ABD olmak üzere Rusya ve Çin gibi etkili aktörler söz konusu olduğunda, değişen dünya konjonktürünün de etkisiyle eskisi gibi tamamen ABD’nin emrine girmek yerine aktörler arasında bir denge politikası yürüttüğü biliniyor. Çin ile artan ticari ilişkiler, “Yol ve Kuşak” güzergahında bulunuyor olması gibi etkenler, Uygur sorununda Türkiye’yi Batı ile entegre hareket etmekten şimdilik alıkoyuyor.
Keza Kırım’dan ötürü Ukrayna konusunda ABD ve Batı ile hemfikir olsa da, Rusya’ya karşı başka alanlarda temkini de elden bırakmıyor. Bu dönemin ruhu “Parçalı ittifak – Parçalı ihtilaf” üzerine şekilleniyor. Bu kural sadece Türkiye ile sınırlı değil, artık ülkelerin geneli bu kurala göre hareket tarzlarını ortaya koyuyorlar.
ABD ile yaşanan temel sorunlara dönecek olursak;
İkili görüşmede masadaki sorunlardan hiç birisinin çözülmeyip zaman sürecine havale edilmesi, tarafların birbirlerinden yana oluşan beklentilerinin zaman içerisinde karşılanmasıyla ilgili olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Büyük ihtimalle ABD, yeni küresel stratejisi kapsamında Çin ve Rusya’ya karşı Türkiye’yi daha fazla yanına çekme ve gücünden daha fazla faydalanmayı dayatma yoluna gidecektir. Ermeni meselesi, S-400, F-35, CAATSA yaptırımları, yabancı fonların Türkiye’ye girişi ve benzeri konular… Ya da Türkiye’nin karşılanmasını beklediği bazı talepler…
Taraflar birbirlerinin talep ve beklentilerini karşılayabilecek mi? Türkiye, oluşturduğu dengeleme politikasından vazgeçecek mi? Gibi cevap bekleyen sorular şimdilik askıda duruyor.
Sorunlar karşılıklıdır. Çözüm de karşılıklı tavizlerle ancak çözülür. Eli zayıf olanın eli güçlü olandan daha fazla taviz verdiği gerçeğini de ıskalamamak gerek.
ABD’nin Türkiye beklentileri ve Türkiye’nin ABD beklentileri karşısında Rusya ve Çin nasıl bir strateji belirleyecek, bekleyip görmek lazım.
Ali Özgür