Bir belgeselde kaplan ve timsahın bir nehrin kıyısındaki mücadelesini izlemiştim. Birbirlerine saldırmadan önce dakikalarca rakiplerini kendi alanlarına çekmeye çalışmışlardı. Timsah ısrarla kaplanı suyun içine çekmeye çalışıyor, kaplan da timsahı sudan dışarıya çıkarmak için uğraşıyordu. Çünkü sizin de anlayacağınız gibi herkes kendi alanında güçlüdür. Sonunda kaplan, timsahı sudan dışarı çıkarmayı başarıyor ve hemen işini bitiriyor. Eğer kaplan yanılıp da suya girseydi aynı şekilde kendisinin işi bitecekti.
Belki gösterdiğimiz bu örnek, ele alacağımız konuyla yüzde yüz örtüşmeyebilir, fakat birçok ortak yönlerinin bulunduğuna inanıyorum.
Geçmişi, en azından otuz yıl öncesine dayanan ve belirli bir coğrafyada mayalanan bir çalışma, bir İslâmî hareket söz konusudur bugün. Bugün bu hareket yaşadığımız ülkenin dört bir yanına, hatta ülke sınırlarının dışına kadar taşmışsa da herkesçe malumdur ki bu hareketin asıl gövdesi, belirli bir coğrafyadadır.
Öncelikle bu hareket mayalandığı kendi bölgesinde ulaşabileceği zirve nokta neyse oraya ulaşmalıdır. Bu, Rasûlullah (s.a.) Efendimizin izlediği bir stratejidir. Mekke’de ve ardından Medine’de mayalanan İslam Davası, Arap Yarımadasında hiçbir boşluk, hiçbir zayıf nokta bırakmadıktan sonra gözü arkada kalmadan kuzeye yönelmiştir.
Bizim bu hareketimizin güzergâhında iki önemli merkez bulunmaktadır; Ankara ve İstanbul. Aslında bu iki merkez sadece söz konusu bu hareket için değil, bütün bir ülke, hatta bu ülke sınırlarının ötesi için de çok önemli iki merkezdir.
Ankara, doksan yıldan bu yana resmiyeti, bürokrasiyi, resmi ideolojiyi temsil etmektedir. Her ne kadar son yıllarda birazcık törpülenmişse de hâlâ Kemalizm’i temsil etmektedir. Doğudan bakınca çok daha soğuktur. Ankara, asık suratlıdır ve beton gibi bir görünümü vardır.
Ankara, kendisine taşradan gelen herkese boyun eğdirmek, elini öptürmek ister, herkesin kendisi uğrunda eğilmesini ve ardından da kendisine benzemesini ister.
Evet, bizim güzergâhımızda da Ankara vardır.
Ankara’ya varacağız, Ankara’da var olacağız; fakat ideolojik anlamda bize Ankara’dan hiçbir şey bulaşmayacaktır inşaallah. Biz biliyoruz ki, kendi insanının haklarını aramak için taşradan Ankara’ya varıp da Ankaralı olanlara insanımız hiç de iyi gözle bakmamıştır.
Bu hareketin, bu camianın erdem ve fazilet adına Ankara’dan alacaklarından daha çok Ankara’ya verecekleri olduğuna inanıyoruz.
İstanbul’a gelince… Biliyoruz, İstanbul’da olmamak demek, hiçbir yerde olmamak demektir. Yani İstanbul’da yoksanız hiçbir yerde yoksunuz.
Çünkü İstanbul sadece bu ülkenin değil, çok daha büyük bir hinterlandın başkentidir.
Ankara ile asla kıyaslanamayacak ölçüde İstanbul’un erdemlerinin ve alınması gereken değerlerinin olduğunu biliyoruz.
Fakat bunun yanında İstanbul’un her şeyi kendisine benzeten bir yönünün olduğunu da biliyoruz. İçerisine giren herkesi, her düşünceyi belirli bir zamandan sonra erittiğini veya kendi kalıplarına dökerek başka bir görünüm verdiğini, kendi etiketini vurarak hiçbir bedel ödemeden kendisininmiş gibi pazarladığını da biliyoruz.
İstanbul’un tarih boyu sürdüre geldiği en büyük özelliğidir bu.
Bütün bunları bilerek İstanbul’a varacağız, İstanbul’da en ciddi anlamda var olacağız inşaallah.
İstanbul’dan alınması gereken erdemler ve değerler neyse hepsini almak için uğraşacağız.
Bunun yanında vereceğimiz şeyler olduğuna da inanıyoruz. İstanbul’un damarlarına bir sevda, bir heyecan, bir samimiyet ve sıcaklık zerk edeceğimize inanıyorum.
Evet, İstanbul’a varacağız, İstanbul’da var olacağız; fakat İstanbul’a taşınmayacağız, İstanbul’a göçmeyeceğiz.
Bütün bunları başarabilmek için kendi alanımızda ulaşacağımız kemal noktaya ulaşmak durumundayız. Bunun için de takva/ihlâsımızı artırarak sürdürmemiz, samimiyet ve sıcaklığımız korumamız ve özellikle birbirimize olan bağlılığımızı güçlendirerek sürdürmemiz gerekmektedir.